ALEMLERE RAHMET OLARAK
GÖNDERİLEN HZ. MUHAMMED (A.S.M)
RAHMET PEYGAMBERİ
Allah (c.c) Rahmân ve Rahîm’dir. Gafûr ve Rahîm’dir.
Allah’ın Rahmaniyeti’ne, Rahimiyeti’ne, Gafûr ve Gaffâr oluşuna, Raûfiyeti’ne
tam ayna ve aslında Allah’ın zatına ayna olan Hz. Muhammed (a.s.m) yeryüzünde
Allah’ın bu isimlerinin timsal-i münevveridir. Allah’ın zatî isimlerinin
insanlara isim olarak konması caiz olmamasına rağmen, Allah (c.c) bu iki zatî ismini tövbe suresinin son
ayetlerinde bizzat kendisi Hz. Muhammed (a.s.m)’ koymuş;
رَحِيمٌ رَءُوفٌ
بِالْمُؤْمِنِينَ عَلَيْكُمْ حَرِيصٌ عَنِتُّمْ مَا عَلَيْهِ عَزِيزٌ أَنفُسِكُمْ مِنْ رَسُولٌ جَاءَكُمْلَقَدْ
“Şanım hakkı için size bir Resul geldi ki: kendinizden
gayet izzetli
zorlanmanız ona ağır geliyor
üstünüze hırs ile titriyor
mü'minlere raûf
rahîmdir.” (Tevbe:128)
Merhamet varlığın ilk mayasıdır. Onsuz, her şey bir
bulamaç ve kaostur. Her şey merhametle var olmuş, merhametle varlığını
sürdürmekte ve merhametle nizam içindedir.
Gökler ötesinden gelen merhamet mesajlarıyla, yer,
düzene kavuşmuş; semâ tesviye görmüştür. Makro-âlemden mikroâleme kadar her şey,
hayranlık uyaran bu âhenge ve çelik çavak işleyişe merhamet sayesinde ermiştir.
Bu hareket ve işleyişte her şeyin, ebedî var oluşta
kazanacağı hâl ve alacağı durumun provası yapılmaktadır. Ve bütün varlıklar bu
istikamette bir çırpınış içindedir. Her çırpınışta nizam ve intizam nümâyân (Görünen,
âtikar olan, parlayan), her sıçrayışta merhamet şûle-feşândır (Işık saçan).
Titreyen havanın letâfetinde, rakseden suların
kıvrılışında, burnumuzun dibine ve ayağımızın ucuna kadar gelen bu dâsitanî (Destan)
rahmeti görmemek mümkün mü?
Bulut, merhametten kanatlarıyla başımızın üstünde
dolaşır durur. Yağmur, kemer kuşanmış süvarî gibi, onun dölyatağından kopup
imdadımıza gelir. Yıldırımlar, şimşekler bin bir tarraka ile, o gizli rahmetten
muştular getirir. Ve, âlem her şeyiyle “Rahmet-i Sonsuz” adına bir gazelhân
olur. Karalar ve denizler; ağaçlar ve otlar, yüz yüze ve diz dize, ayrı ayrı
söz ve nağmeleriyle merhamet türküsü söyler durur.
Şu solucana bakın! Ayaklar altında ve kendi hesabına
alabildiğine merhamete muhtaç; ama o, bu hâliyle pek çok şeye merhamet etme
yolunda, yorgunluk bilmeyen bir yolcudur. Şefkatli toprak ona bağrını açar. O
da, bu sıcak kucağın her avuç toprağına yüzlerce döl bırakır. Ve, toprak ana
bununla havalanır, bununla kabarır ve her yanıyla pişer ve olgunlaşır. Toprak
solucana, solucan da toprağa rahmet; ya gübre olsun diye otu, kökü yakan
nâdânlara ne demeli? Zavallı insan! Hem toprağa hem de solucana merhametsizlik
ettiğinin farkında bile değildir...!
Bir de bin bir çiçeğe cilve çakan şu arıya ve kozasına
gömülüp kendini hapseden ipekböceğine bakın! Merhamet orkestrasına uyma
uğrunda, neleri göğüslüyor ve nelere katlanıyorlar. İnsana bal yedirmek ve ipek
giydirmek için, bu koç yiğit fedâilerin çektikleri sancıyı görmemek elden gelir
mi?
Ya, yavrusunu kurtarmak için başını köpeğe kaptıran
tavuğun, nasıl bir şefkat kahramanı; açlığını yutup, bulduğu şeyleri yavrusuna
yediren aç canavarın, nasıl ayrı bir babayiğit olduğunu hiç düşündünüz mü...?
Bu âlemde her şey, ama her şey, merhamet düşünür,
merhamet konuşur ve merhamet va’deder. Bu itibarladır ki, kâinata, bir merhamet
senfonizması nazarıyla bakılabilir. Ayrı ayrı ses ve soluklar; tek ve çift
bütün nağmeler, öyle bir ritm içinde akıp akıp gider ki, bunu görmemek ve
anlamamak kabil değil. Ve sonra bütün şu parça parça acıma ve şefkat etmelerin
arkasında, bu esrarlı koroya hükmeden, her şeyi çepeçevre sarmış geniş rahmetin
sezilip hissedilmemesi...
Veyl olsun bunlardan bir şey anlamayan talihsiz
ruhlara...!
Bütün bu olup bitenler karşısında insan, şuur ve
iradesiyle; idrak ve düşüncesiyle “konsantre” olarak bu engin rahmeti kavrama
ve soluklarıyla ona kendi nağmesini katma sorumluluğu altındadır.
Merhamet edin ki, merhamete mazhar olasınız! Yerde
merhamet eden bir ele, gökler ötesi âlemlerden bin muştu gelir.
Bu sırrı kavrayan atalarımız, her yerde bin merhamet
ocağı tüttürdüler. İnsanları da aşarak, hayvanları koruma ve himaye etme
vakıfları te’sis ettiler. Bu, onlardaki derin merhamet anlayışının, bir
karakter, bir huy hâline gelmesinden başka bir şey değildi.
Ayağı kırılmış bir kuş, kanadı sakatlanmış bir leylek,
kim bilir hangi merhamet erini tâ ciğerinden vurdu ki; menziline varamamış
garip kuşlar için, huzur evi yapar gibi, ona, hayvânî barınaklar yapma fikrini
ilham etti.
Ah! Keşke, onların, hayvanlara merhamet ettiği kadar,
insanlarımıza merhametli olabilseydik... Heyhât! Kendimize merhamet etmediğimiz
gibi, neslimizi de, alabildiğine bir umursamazlık ve merhametsizlik hissiyle
mahvettik. Evet, şu bin bir boğucu hâdisenin ve artık içinde durulmaz hâle
gelen içtimâî atmosferin, gerçek müsebbibleri bizleriz.
Bir de, merhamet duygusunun, ölçüsüz kullanılması ve
su-i istimâl edilmesi vardır ki, o da, merhametsizlik kadar, belki daha fazla
sevimsiz ve zararlıdır.
Yerinde kullanılan merhamet, bir âb-ı hayat, bir iksir
ise, onun su-i istimâl edilmesi de, bir zehir, bir zakkumdur. Ve, asıl olan da,
işte bu terkibi kavramaktır. Oksijen ve hidrojen, belli nispetleriyle terkibe
girince, en hayâtî bir unsuru meydana getirirler. Nispet bozulduğu ve ayrı ayrı
kaldıkları anda ise, yanıcı ve yakıcı hüviyetlerine dönerler. Bunun gibi,
merhametin de, hem dozu, hem de kime karşı yapılacağı çok mühimdir. “Canavara karşı merhamet göstermek iştahını
açar, sonra döner dişinin kirasını ister.” Azgına merhamet, onu iyice
saldırgan yapar ve başkalarına tecavüze teşvik eder. Yılan gibi zehirlemekten
lezzet alana merhamet edilmez. Ona merhamet, dünyanın idaresini kobralara
bırakmak demektir... (Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil)
HZ. MUHAMMED’İN ŞEFKAT VE MERHAMETİ
Efendimiz (s.a.v), Cenab-ı Hakk'ın rahmaniyet ve
rahimiyetinin yeryüzündeki biricik temsilcisi olarak, bu iki mübarek sıfatın
tesirini bir iksir gibi kullanmış ve bütün gönüllerde taht kurmuştur. Zaten,
şefkat, re’fet, yumuşaklık, yürekten ve samimi olmak kadar insanı, kitlelere
kabul ettiren ikinci bir vesile yoktur. İşte, Allah Rasulü iç inceliği,
kabiliyet-i fevkalâdesi ve fetanetiyle, rahmet ve şefkati fetanetinin ayrı bir
buudu olarak çok iyi değerlendirmiştir ki, bu da O’nun peygamberliğinin ayrı
bir delili sayılır.
Allah (c.c):
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا
رَحْمَةً لِّلْعَالَمِين
“(Ey
Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya:107)
Evet O, pırıl pırıl Hakk rahmetini aksettirmektedir.
Sanki O, çöl ortasında bir su menbaı, bir kevser havuzudur da, kabını eline
alıp gelen herkes o havuzun başına varmış, hem kabını doldurmuş hem de kana
kana içmiştir. İşte O, rahmet buuduyla böyle herkese açık bir kevser kaynağı
gibidir... İsteyen her fert O’ndan istifade edebilir.
Şu kadar var ki, O, muhteşem fetanetiyle,
mahiyetindeki bu rahmeti, o rahmete muhtaç ruhlara, âdetâ cennete götüren bir
nurlu tuzak yapmıştır. Kim o tuzağın büyüleyici atmosferine girerse kendini
zirvelerde bulur. İşte “rahmet”, Allah Rasu-lü’nün elinde böyle sihirli bir
anahtardır. O, paslanmış küflenmiş ve açılamaz zannedilen bütün kilitleri bu anahtarla
açmış ve her sînede bir iman meşalesi yakmıştır.
Hz. Muhammed Aleyhisselam, bir mesaj olarak bütün
insanlığı ve bütün varlığı içine alan bir sevgiyle insanları kucaklamıştır.
Ancak, yukarıda da arzettiğimiz gibi, O’nun bu engin şefkati ve derin rahmeti,
bu meseleleri istismar edenlerin sevgi ve şefkat anlayışlarında olduğu gibi
sadece bir düşünce olarak ve kitap sayfalarında kalmamış; aksine en kısa
zamanda pratiğe dökülmüş ve bütün derinlikleriyle temsil edilmiştir. Zaten,
Efendimiz’in tatbîke sunulmayan hiçbir düşüncesi yoktur. O, bütünüyle bir
aksiyon ve hamle insanıdır.
Allah Rasûlü, bütün varlığı ihâta eden o engin rahmet
anlayışını en içten, en samimi şekilde ve varlığın sinesinden yükselen bir
ma’na olarak ortaya koyduğundan söylenenler hep tatbîk görmüştür.
HAYVANLARA KARŞI OLAN ŞEFKAT VE MERHAMETİ
O, hayvanlara karşı şefkatli davranmayı şöyle ibretli
ve müşahhas misallerle anlatır. Allah Rasûlü’nün anlattığı bu iki örnek
unutulacak gibi değildir:
1-
“Allah (c.c) bir köpek yüzünden, ahlâksız
bir kadını affedip cennetine aldı. Köpek bir kuyunun başında, susuzluktan dili
sarkmış bir vaziyette soluyup duruyordu. Tam o esnada oradan geçmekte olan bu
kadın, köpeğin halini görünce dayanamadı. Hemen belinden kemerini çıkarıp
ayakkabısına bağladı, bununla kuyudan su çıkarıp köpeğe içirdi, böylece köpek
ölümden kurtuldu. İşte bu kadının bir köpeğe karşı bu davranışı onun affına
vesile oldu ve Allah (c.c), onu cennetine koydu.” (Buharî, Enbiya 54;
Müslim, Selam 153-155)
Aksi kutupta ikinci örneği de Allah Rasûlü şöyle
anlatıyor:
2-
“Bir kadın bir kedi yüzünden cehenneme
girdi. Ne o kediye yedirdi, içirdi ne de salıverdi. Ve kedi açlıktan öldü. O
kadın da bu yüzden cehenneme girdi.” (Buharî, Müsakat 9; Müslim Selam
151-152)
O’nun şefkati hayvanları da içine alıyordu. Yukarıda
bir kadının bir kedi yüzünden nasıl cehenneme girdiğini; yine ahlâksız bir
kadının bir köpeğe su içirmesiyle nasıl cennete “buyur” edildiğini arz etmiştim.
Bir başka hâdiseyi de nakledip bu hususu da noktalayalım:
3-
Bir muhârebeden dönülüyordu. Dinlenme vaktinde, sahabeden bazıları bir kuş
yuvası görmüş ve yuvadaki yavruları alıp sevmeye başlamışlardı. Tam o sırada
anne kuş geldi ve yavrularını onların elinde görünce, orada çırpınıp pervaz
etmeye başladı. Allah Rasûlü bu duruma muttalî olunca fevkalâde celallendi ve
hemen yavruların yuvaya konulmasını emir buyurdu. (Ebu Davud, Edeb 163, Cihad
112)
Evet, O’nun
rahmeti hayvanları da kuşatıyordu. Zaten Allah, geçmiş peygamberlerden birini
karınca yuvası yüzünden itâp etmemiş miydi?
Bu
peygamber farkına vararak veya varmayarak karıncaları yakmış.. arkadan da
Allah’tan azar işitmiştir. (Buharî, Cihad 153; Müslim, Selam 148-150)
Şimdi bu ve emsali vak’aları bize nakleden Allah
Resûlü’nün başka şekilde davranması mümkün mü?
ÜMMETİNİN HAYVANLARA ŞEFKATİ
Sonra, O’nun ümmetinden öyleleri yetişecektir ki,
adları “karınca çiğnemez efendi” olacaktır. Çünkü onlar ayaklarına zil takacak
ve yolda böyle yürüyeceklerdir. Ta haşereler zilin sesiyle uzaklaşsın ve ayak
altında kalıp ezilmesinler... Aman Allah’ım! Bu ne derin, bu ne cihanşümul bir
şefkat ve merhamet örneğidir. Evet O’nun rahmet dairesinden karıncalar dahi
istisna edilmemiştir. Karıncayı bile ezmeyen bu insanlar acaba başkalarına
zulmedebilirler mi? Hayır, bilerek ve kasıtla onların haksızlık yapmaları
mümkün değildir!..
4- İbn Abbas anlatıyor: “Allah Rasûlüyle bir yere
gidiyorduk. Birisi, kesmek üzere bir koyunu bağlamış, koyunun gözü önünde
bıçağını biliyordu. Allah Rasûlü bu şahsa: “Onu
defalarca mı öldürmek istiyorsun?” (Hâkim, El-Müstetrek, 4/257,260) buyurdu. Bu; bir bakıma o şahsa itâptı.
5-
Abdullah b. Mes’ud (r.a) anlatıyor: “Allah
Rasûlü, yanında birkaç sahâbeyle bir bahçeye girdi. Bahçenin köşesinde zayıf mı
zayıf bir deve vardı. Deve Allah Rasûlü’nü görünce sicim gibi gözyaşı dökmeye
başladı. İki Cihan Serveri hemen devenin yanına gitti. Bir müddet o devenin
yanında kaldı, sonra devenin sahibini çağırtarak, deveye iyi bakması hususunda
onu gayet sert îkaz etti.” (Ahmed b. Hanbel, El-Müsned, 4/173)
Günümüzdeki hümanistlerin iddia ettikleri sevgi ve
şefkatin çok ötesinde merhametle dopdolu olan Allah Rasulü, bu cihanşümul
rahmetini de her türlü ifrat ve tefritten korumasını bilmiş ve o her şeye yeten
fetaneti sayesinde hiç mi hiç ifrat ve tefride düşmemiştir.
Evet, O, hiçbir zaman hoşgörü adı altında, kötülüklere
müsâmaha ile bakmamış, kötülük ve günah seraları kurmamıştır. O, bir caniye ve
bir canavar ruhluya, şefkat adına gösterilecek müsâmahanın, binlerce mâsum
insanın hukukuna tecâvüz olduğunu çok iyi bilmekteydi. Üzülerek ifade etmeliyim
ki, günümüzde işlenen bu türlü haksızlıklar her devirden çoktur. Anarşiste,
ecdâd ve mâzi düşmanlarına gösterilen müsâmahanın, memleketi ne hâle
getirdiğini yakın tarihimiz itibariyle acı acı gördük ve hâlâ da kısmen
görmekteyiz. Sevgi, şefkat, dengeli kullanılamazsa, fert için ve cemiyet için
de önü alınamayacak neticeler doğabilir. Halbuki Allah Rasulü için, menfî
mânâda böyle tek bir hâdise dahi göstermek mümkün değildir.
Allah Rasûlü, bu engin rahmet mesajının tebliği
vazifesiyle gelmiştir. O,“Menhelü’l-azbi’l-mevrûd”tur.
Yani bir tatlı su kaynağıdır; kim O’na idrak kovasını daldırsa onda rahmet
bulur. O’nun elinden âb-ı hayat içen ise, ma’nen ölümsüzlüğe erer.
O bir muhârip olmanın yanı başında, engin bir şefkat
insanıdır… bir siyâsîdir… ve bir o kadar da mürüvvet sahibi ve sımsıcaktır…
Müşâhadeye, tecrübeye ehemmiyet verirken, ruhî ve kalbî hayatın da tâ
zirvelerindedir.
İNSANLIĞA OLAN SONSUZ ŞEFKATİ
Uhud
muharebesinde bunun en çarpıcı misallerini bulmak mümkündür. Düşünün ki, orada
Allah Rasûlü’nün canı kadar sevdiği amcası ve sütkardeşi Hz. Hamza şehid
edilmiş.. şehid edilmenin de ötesinde vücudu paramparça ve lime limedir.(İbni
Hişam, Es-Sîretü’n-Nebeviyye, 4/44-45)
Yine
orada, halasının oğlu Abdullah b. Cahş kütükte doğranan et gibi doğranmıştır. (İbni
Hişam, Es-Sîretü’n-Nebeviyye, 4/47)
Hatta bu arada kendi mübârek başı yarılmış, dişleri
kırılmış, vücudu kan revan içinde kalmıştır. (Buharî, Megazî 24)
Düşmanlarının, gayz ve öfkeyle üzerine çullandığı ve
bütün gayretleriyle O’nu öldürmek istedikleri bu hengâmede, o Yüceler Yücesi
insan kanı yere akarsa Allah onları mahveder endişesiyle tir tir titremekte ve:
“Allahım kavmimi bağışla; çünkü onlar
(beni) bilmiyorlar!” demektedir. (Buharî, Enbiya 54)
Bu ne müthiş bir şefkat anlayışıdır ki, O’nu öldürmek
isteyenlere O, dua dua yalvarmakta, tel’in ve bedduaya kapalı kalmaktadır.
MEKKE
FETHİNDEN SONRAKİ ŞEFKATİ
Mekke’nin fethine kadar, düşmanlarının O’na yapmadığı
tek kötülük kalmamış gibidir. Düşünün bir kere; size karşı boykotaj yapacak,
sizi evinizden, yuvanızdan edecek, bir çöl ortasına bırakacak, sonra da zehir
zemberek bir ahidnâmeyi Kâbe’nin duvarına asacak ve diyecekler ki: “Kovduğumuz
bu insanlarla çarşı-pazarda alış veriş etmek, onlardan kız alıp vermek
yasaktır...” Ve sizi bu ağır şartlar altında üç sene o çölde tutacaklar..
yakınlarınız bile yardım edemeyecek ve siz orada ağaç-ot yiyerek hayatınızı
sürdürmeye çalışacaksınız.. çocuklar, yaşlılar açlıktan ölecekler.. hiç mi hiç
insanlık ve mürüvvet görmeyeceksiniz.. bunlar yetmiyormuş gibi, sonra öz
vatanınızdan çıkarılacak ve başka yerlere sürüleceksiniz.. hatta orada da rahat
bırakılmayıp çeşitli hile ve desiselerle hergün ayrı bir tehdît altında
bulundurulacaksınız.. sonra Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te defaatla onlarla
yaka-paça olacak ve hep iz’ac edileceksiniz.. hatta, Kâbe’yi ziyaret gibi en
tabiî haklarınızdan mahrum bırakılacaksınız.. bundan da öte, aleyhinizde
zahiren en ağır şartları kabul ederek geriye döneceksiniz ve ardından Cenab-ı
Hakk, lütufta bulunacak, büyük bir ordunun başında Mekke’yi fethedip; oraya
hâkim olacaksınız, acaba onlara karşı muâmeleniz nasıl olurdu? “Gidin, hepiniz
hürsünüz, bugün size kınama yoktur”, diyebilir miydiniz? Ben, kendi hesabıma,
eğer O’ndan bu dersi almış olmasaydım, kat’iyen onlara bu şekilde
davranamazdım. Tahmin ediyorum ki, hemen hepiniz benimle bu düşünceyi
paylaşıyorsunuzdur. Ama, O, sırtında zırhı, başında miğferi, elinde kılıcı,
terkisinde okları atını mahmuzlamış Kâbe’ye girerken aynı zamanda bir şefkat
kahramanıydı. Mekkelilere sordu: “Benden nasıl bir muamele bekliyorsunuz?”
Hepsi birden cevap verdi: “Sen kerimoğlu kerimsin? Senden ancak kerem
beklenir!”
O da, Hz. Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi dedi:
قَالَ لاَ تَثْرَيبَ
عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ يَغْفِرُ اللّهُ لَكُمْ وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
“Bugün size
kınama yoktur. Allah sizi bağışlasın, O Erhamürrâhimin’dir.” (Yusuf:92)
EVRENSEL RAHMETİ
Sözün başında da ifade ettiğim gibi, Allah Rasulü,
mü’min, kâfir ve münafık, herkesin kendisinden istifâde ettiği rahmet timsali
bir insandı.
MÜ’MİNLERE
ŞEFKATİ
Mü’min O’ndan istifâde eder; çünkü O, “Ben mü’minlere, kendilerinden daha yakınım…”
(Buharî, Kefalet 5; İstikraz 11) buyurmaktadır. Gerçi müfessirler âyetine
istinad ederek: “Allah Rasulü, mü’minlere kendi canlarından daha azizdir”
derler. Fakat, aslında her iki mânâ da birbirine yakındır. Biz O’nu kendi
canımızdan daha çok severiz; Allah Rasulü de kendisine bu denli muhabbet
besleyenleri aynı ölçüde sever; çünkü O, en büyük mürüvvet insanıdır.
Bu bir muhakeme ve mantık sevgisidir. Bu sevginin
hissî yanı olsa da daha çok marifet buudlu ve mantık derinliklidir. Şayet
kurcalanıp işlettirilebilse insanda öyle bir kökleşir ki; insan, Mecnun’un
Leylâsını aradığı gibi her yerde Rasûlullah’ı arar durur. Arar durur da her
adını anışta burnunun kemikleri sızlar ve O’nsuz geçen hayatı kendisi için bir
hicrân kabul eder.. ve O’nun için bir ney gibi inler gezer.
Evet, Allah Rasûlü bize kendi nefislerimizden daha
yakındır. Nasıl olmasın ki, biz nefislerimizden çok kere kötülük görürüz.
Halbuki O’ndan hep kerem, iyilik, merhamet, şefkat ve mürüvvet gördük. O,
Allah’ın rahmetinin temsilcisidir. Öyleyse, elbette bize bizden daha yakındır.
O: “Ben
mü’minlere kendilerinden daha yakınım.” İsterseniz şu âyeti okuyun:
النَّبِيُّ أَوْلَى
بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ
“Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha önce
gelir.” (Ahzab:6) diyor ve sonra da
sözüne şöyle devam ediyor: “Kim bir mal
bırakırsa o akrabalarınadır. Fakat kim de bir borç bırakır ve öyle giderse o
banadır.” (Buhari, İstikraz 11; Müslim, Feraiz 14-16) (17)
Bu hadisin arkasında şöyle bir hâdise var:
Bir gün bir cenaze getirildi. Namazı kılınacaktı.
Allah Rasûlü sordu: “Bunun borcu var
mı?” Orada bulunanlar: “Evet, Ya Rasûlallah, çok borcu var!” dediler. Bunun
üzerine Allah Rasûlü: “Siz arkadaşınızın
namazını kılın, ben borçlunun namazını kılamam” buyurdular. Ancak bu durum
kendisine de çok ağır gelmişti. Bunun üzerine yukarıda zikrettiğimiz âyet nazil
oldu. Daha sonra Allah Rasûlü bir kısım imkânlara ulaşınca: “Onun mevlâsı
benim, alacaklılar bana gelsin” dedi. (Buhari, Kefalet 5; İstikraz 11; Müslim,
Cuma 43)
Dünya ve âhirette Allah Rasûlü, mü’minlere
kendilerinden daha yakın olma keyfiyetiyle bir rahmettir. O’nun bu rahmet yönü
ebedlere kadar da devam edecektir.
MÜNAFIKLARA
OLAN RAHMETİ
O münâfıklar için de bir rahmettir. Münafıklar, bu
engin rahmet sayesinde dünyada azap görmediler. Camiye geldiler, müslümanların
içinde dolaştılar ve müslümanların istifâde ettiği bütün haklardan istifâde
ettiler. Allah Rasûlü onlar hakkında perdeyi yırtmadı. Onların çoğunun iç
yüzünü biliyordu. Hatta bunları Huzeyfe (ra)’a söylemişti de. (İbn-i Esir,
Üsdü’l-Ğabe, c: 1, shf: 468)
Rivayete nazaran, bundan dolayı da Hz. Ömer,
Huzeyfe’yi takip eder, onun kılmadığı cenaze namazını o da kılmazdı. (İbn-i
Esir, Üsdü’l-Ğabe, c: 1, shf: 468)
Bununla beraber İslâm onları fâş etmedi. Onlar hep
mü’minler arasında bulundular ve mutlak küfürleri en azından şüpheye tereddüte
dönüştü. Böylece, dünya zevkleri de bütün bütün acılaşmadı. Zira yok olup
gideceğine inanan bir insanın dünyadan lezzet alması mümkün değildir. Ama, “belki
âhiret vardır”, diyecek kadar, küfürleri şüpheye bürününce, ihtimâl, hayat o
zaman bütün bütün acılaşmaz. İşte bu yönüyle, Allah Rasûlü, münafıklara da bir
ölçüde rahmet olmuştur.
KAFİRLERE OLAN
RAHMETİ
Kâfir de Allah Rasûlü’nün rahmetinden istifade
etmiştir. Zira, Cenab-ı Hakk, daha önceki millet ve kavimleri küfür ve
isyanları sebebiyle toptan helak ediyor olmasına karşılık, Allah Rasulü’nün
bi’setinden sonra toptan helâk etmeyi kaldırmış dolayısıyla de insanlar, böyle
bir azap çeşidinden kurtulmuş oldular. Bu da kâfirler için dünya adına büyük
bir rahmettir.
Bu mevzuda Cenab-ı Hakk, Habibine hitaben şöyle
buyurmaktadır:
وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ
وَأَنْتَ فِيهِمْ وَمَا كَانَ اللَّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
“Sen onların
içlerinde bulunduğun hâlde, Allah onlara azap edecek değildir. Ve onlar,
mağfiret dilerken de Allah onlara azap edecek değildir.” (Enfal: 33)
Evet, Efendimizin hürmetine Cenab-ı Hakk, toptan helâk
etmeyi kaldırmıştır. Hz. Mesih:
إِنْ تُعَذِّبْهُمْ فَإِنَّهُمْ عِبَادُكَ
وَإِنْ تَغْفِرْ لَهُمْ فَإِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“Eğer azap edersen onlar Senin kulların” (Maide: 118) derken,
Efendimizin Allah indindeki kadrine, kıymetine bakın ki, Cenab-ı Hakk O’na:
“Sen onlar arasında bulunduğun sürece Allah onlara azap edecek değildir”
buyurmaktadır.
Yani, Sen onların sinesinde yaşadığın sürece, Allah
onlara azap etmeyecektir. Sen yeryüzünde anıldığın ve dillerde yad edildiğin
sürece.. yani insanlar Senin yoluna baş koyduğu müddetçe, Allah onların altını
üstüne getirmeyecektir.
Kâfirin Allah Rasûlü’nün rahmetinden istifade
yönlerinden biri de Allah Rasûlü’nün buyurmasıdır. “Ben rahmet olarak gönderildim, lanet isteyici olarak değil.” (Müslim,
Birr 87) Ben herkes için Allah’tan bir rahmet olarak geldim. İnsanların başına
belâ ve musîbet yağdırılsın diye, bedduâ edip lanet isteyen bir insan olarak
gönderilmedim. Onun içindir ki Allah Rasûlü, en büyük İslâm düşmanlarının dahi
hep hidâyetini istemiş ve onun için çırpınıp durmuştur..
CEBRAİL O’NUN
RAHMETİNDEN İSTİFADE ETMİŞTİR
Allah Rasûlü’nün getirdiği nurdan, Cibril dahi
istifade etmiştir. Bir gün Efendimiz, Cibril’e sorar: “Senin için de Kur’ân bir
rahmet midir?” Cibril cevap verir: “Evet ya Rasûlallah! Çünkü ben de
akıbetimden emin değildim. Ne zaman ki
مُطَاعٍ ثَمَّ أَمِينٍ “Göklerde ona itaat edilir, vahiyler ona
emanet edilir” (Tekvir; 21) âyeti
nazil oldu, ben de emniyete erdim.
TEVBE VE RAHMET
PEYGAMBERİDİR
Ve yine bir başka hadîslerinde Allah
Rasulü şöyle buyurur: “Ben Muhammed’im,
Ben Ahmed’im, Ben Mukaffi -son peygamberim- Ben Hâşir’im. (Benden sonra haşir
gelecek, araya başka bir peygamber girmeyecektir. Allah insanları benim önümde
haşredecektir.) Ben tevbe ve rahmet peygamberiyim.”( Ahmed İbn-i Hanbel,
el-Müsned c:4 shf: 395; Müslim, Fedail 126)
Tevbe kapısı kıyamete kadar açıktır. (Bkz. Tirmizi,
Daavat, 95; Ebu Davud, Cihad 2) Zira Allah Rasûlü bir tevbe peygamberidir ve
hükmü de kıyamete kadar sürecektir.
ÇOCUKLARA OLAN
ŞEFKATİ
O, yerinde ağlayan bir çocuk görse oturur, onunla
ağlar. İnleyen ananın ızdırabını vicdanında duyar.
1- İşte yine Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadis
ve O’nun dillere destan şefkati: “Ben
namaza duruyor ve onu uzun kılmak istiyorum. Sonra bir çocuk ağlaması
duyuyorum. Annesinin ona duyacağı heyecanı bildiğim için hemen namazı hızlı
kılıp bitiriyorum.”(Buhari, Ezan 65; Müslim, Salat 192)
Allah Rasûlü, namazlarını oldukça uzun kılardı.
Bilhassa nâfile namazları, sahabinin takatını aşacak mahiyette idi. (Bkz.
Buhari, Teheccüd 9; Müslim, Müsefirun 203-204) (28) İşte O, böyle bir namaz
kılma niyetiyle namaza duruyor, sonra da namaz esnasında bir çocuk ağlaması
duyunca, hemen namazı hızlandırıyordu. Çünkü o günlerde kadınlar da Allah
Rasûlü’nün arkasında namaz kılmak için cemaata iştirâk ediyorlardı. Efendimiz,
ağlayan çocuğun annesi mescidde olabilir mülâhazasıyla, namazı hızlandırıyor ve
böylece kadını rahatlatıyordu.
2- Akra b. Hâbis, Allah Rasûlü’nün,
Hz. Hasan ve Hüseyin’i kucağına alıp sevdiğini görünce: “Benim on çocuğum var; daha hiçbirini öpmüş değilim” dedi. Allah Rasûlü
şöyle cevap verdi: “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” (Buhari, Edeb 18;
Müslim, Fedail 65)
3- Bir başka hadis: “Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.”
(Tirmizi, Birr 16)
Diğer bir rivayette ise verdiği cevap şöyledir: “Allah senin kalbinden merhamet duygusunu
almışsa, ben sana ne yapabilirim ki?” (Buhari, Edeb 18; Müslim, Fedail 64)
AKRABALARINA,
DOSTLARINA ŞEFKATİ
Allah Rasûlü, akrabalarına karşı olduğu gibi
yakın-uzak dostlarına karşı da muhabbet ve rahmet hissiyle dopdoluydu.
1- Abdullah b. Ömer (r.a) anlatıyor:
Sa’d b. Ubâde hastalanmıştı. Allah Rasûlü, bu vefâlı
dostunu ziyarete gitti, yanında bazı sahabiler de vardı. Sa’d b. Ubade’nin
hazîn hali öylesine rikkatine dokundu ki hıçkırıklarını tutamadı ve ağladı.
Onun ağlaması, orada bulunanları da ağlattı. Bu ağlamanın başka türlü
değerlendirilmemesi için de şöyle buyurdu: “Allah
asla gözyaşından ve kalb üzüntüsünden dolayı azap etmez. Ancak şundan azap
eder, dedi ve dilini gösterdi.” (Buhari, Cenaiz 45; Müslim, Cenaiz 12)
Evet, Allah gözyaşından dolayı azap etmez; aksine bazı
gözyaşları sebebiyle azabı kaldırır da. Evet, Allah Rasulü bir başka
hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “İki
göz vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz. Allah korkusundan ağlayan
(insanın) gözü, bir de gecesini Allah yolunda, nöbet tutarak geçiren göz.” (Tirmizi,
Fedailü’l-Cihad 12)
Bu gözlerden biri ruhbâna diğeri de
fürsâna aittir. Geceleri bir rahip gibi kendini ibâdete veren ve gözyaşı döken;
gündüzleri de birer aslan kesilip küfürle yaka-paça olan insanların gözleri,
yani hakiki mü’minin gözleri... Zaten sahabi de bize anlatılırken öyle anlatılmaktadır:
Onlar geceleri birer rahip gibi ibadetle meşguldürler; gündüzleri de her biri
birer aslan kesilir ve dört bir yanı velveleye verirler. (Taberi, Camiül Beyan,
c: 15, shf: 26; Deylemi, Müsned, c:2, shf:400)
2- Osman b. Maz’un vefat edince Allah Rasûlü ona da
koşarak gitti. O, Allah Rasulü’nün kendisine kardeş yaptığı şanlı bir
sahabiydi. Cenazesinin üzerine o kadar ağladı, o kadar gözyaşı döktü ki, sanki
cenaze Allah Rasulü’nün gözyaşıyla yıkanmış gibi oldu. (Zehebi, Siyeru,
A’lami’n-Nübela, c:5, shf:481) (35) Tam o esnada hanımlarından biri Osman b.
Maz’un’u kasdederek: “Kuş oldu, cennete
uçtu” dedi. Allah Rasulü hemen kaşlarını çattı ve: “Ben Allah’ın Rasulüyüm,
bilmiyorum, sen onun cennete gittiğini nereden biliyorsun!” dedi. (Buhari,
Cenaiz 3; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned c: 1, shf: 237)
Evet, O, denge insanıydı. Şefkati, ağlaması, asla bir
yanlışı düzeltmesine mâni olmuyordu. Hıçkırıklarıyla, kardeşim deyip bağrına
bastığı insanı sararken ve gözyaşlarıyla yuyup yıkarken, söylenen mübalağalı
bir söz, O’nun uygunsuz bulduğu bu söz sahibini îkazına ma’ni olmuyordu. Vefa
başkaydı hak başka; Uhud şehidlerini her hafta ziyaret ediyordu ama, “uçup
cennete gittiniz” demiyordu. Biz “onlar da cennete gitmeyecekse...” desek bile,
bu böyle..
Yetimleri himâye edenlere verdiği
pâye, O’nun nasıl bir şefkat âbidesi olduğunu isbâta yetmez mi? Bakın ne
buyuruyor: “Ben ve yetimi gözeten
cennette şöyleyiz” diyor, sonra parmaklarını yumuyor ve yetimi görüp
gözetene, ne kadar yakın olduğuna işaret buyuruyor. (Buhari, Talak 25; Müslim,
Zühd 42)
Sanki Allah Rasûlü, yetimi görüp gözeten ve onu himaye
edenle benim arama, cennette kimse giremez, diyordu.
İNSANLARIN AHİRETLERİYLE ALAKALI
ŞEFKATİ
1-
Evet O, kendisini telef edecek kadar insanları seviyordu. Yer yer Kur’ân-ı
Kerîm’in O’nu tadil etmesi bunun delilidir. Kur’ân; فَلَعَلَّكَ
بَاخِعٌ نَّفْسَكَ عَلَى آثَارِهِمْ إِن لَّمْ يُؤْمِنُوا بِهَذَا الْحَدِيثِ
أَسَفاً
“Demek sen, bu söze (Kur'an'a) inanmazlarsa,
arkalarından üzülerek âdeta kendini tüketeceksin!” (Kehf; 6) diyordu. Zaten nübüvvet atmosferi benliğini
sarmaya başlayınca, O kendini bir mağaraya hapsetmemiş miydi? Vahiy de ilk defa
O’na orada geldi. Demek ki O, insanları seviyordu ve bu yola baş koymuştu.
2- Hz. Muhammed, (SAV) ahiret aleminde
ümmetine ve insanlığa şefaat edecektir. Ümmetini almadan cennete gitmek
istemeyecektir. “Cennet için insanlara ilk şefaat edecek benim.” (Müslim, İman
196) (39) buyurmuşlardır.
Haşr ile alakalı şu hadis-i şerifi de
zikrederek, bu hususu noktalamak istiyorum.
Bize
Muhammed b. Tarif b. Halifete'1 Becelî rivayet eti. (Dedi ki) : Bize Muhammed
b. Fudayl rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Malik El-Eşca'i, Ebu Hâzih'den, o
da Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti. Bir de Ebu Malik, Rib'iden, o da
Huzeyfe'den naklen rivayet etti. Ebu Hüreyre , ile Huzeyfe şöyle demişler:
Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: “Allah Tebareke ve Teâlâ (kıyamet gününde) insanları bir yere
toplayacak.” Mü'minler kendilerine cennet yaklaştırılıncaya kadar ayakta duracaklar.
(O zaman) Âdem'e gelerek:
“Ey babamız! Bizim için cennefin
açılmasını İste!” diyecekler. O da :
“Sizi cennetten ancak babanız Âdem'in
hafîesi çıkarmadı mı? Ben
bu işin ehli değilim. Siz oğlum İbrahim Halilullah'a gidin” diyecek. İbrahim
dahi :
“Ben bu İşin ehli değilim. Ben ancak
geriden geriye Halil idim. Siz Allah'ın kendisi ile söyleştiği Musa (Aleyhisselâm)'a gidin” diyecek. Bunun
üzerine Musa (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelecekler. O da: “Ben bu İşin
ehli değilim. Siz kelimetullah ve ruhullah olan İsa'ya gidin” diyecek.
İsa (Sallalhıhii Aleyhi ve Sellem) de:
“Ben bu işin ehli değilim” diyecek. Nihayet Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve
Seilem) 'e gelecekler. O hemen ayağa
kalkacak ve kendisine şefaat için izin verilecek, emanetle rahim gönderilerek
sıratın sağ ve sol taraflarına duracaklar. Sonra sîzin ilk kafileniz şimşek
gibi sırattan geçecek.
Ben:
“Annem babam sana feda olsun! Şimşek gibi geçmek ne demektir?.) diye sordum.
Resulullâh (Sch'allahü Aleyhi ve Sellem):
“Şimşeği
hiç görmediniz mi? Göz kırpacak kadar bir zamanda nasıl geçip dönüyor.
Sonrakiler rüzgârın geçişi gibi. Daha sonrakiler kuşların geçişi gibi ve
insanların koşması gibi geçecekler. Onları böyle koşturan amelleri olacaktır. Peygamberiniz de sırat üzerinde durmuş :
Yarabbi!
Selâmet ver, selâmet! diyecek. Nihayet kulların amelleri âcîz kalacak hatta
öyle kimse gelecek ki, ancak sürünerek yürüyebilecek. Sıratın iki tarafında
asılı çengeller olacak. Bunlar emrolunduklarını yakalamakla memurdurlar.
Bakarsın bazı İnsanlar tırmalanmış kurtulmuş. Bazıları da cehenneme atılmış
olacak buyurdular.
Ebu
Hüreyre'nin nefsi yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederimki cehennemin dibi
yetmiş yıllık yol kadar derindir. (Müslim, İman 195)
Kıyamet
gününde cennetin mü'minlere yaklaştırılacağı Kur'an-ı Kerimde;
وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ “Cennet takva sahiplerine
yaklaştırılacak” âyet-i kerimesi ile beyân buyurulmuştur. (Şuara;
90)
Cenab-ı
Hak bizleri O’nun (SAV) rahmetine ve şefaatine mazhar eyleyip, O’nun ahlakıyla
ahlaklanma şerefine nail eylesin.
Necdet
İÇEL
Yorumlar
Yorum Gönder