Ana içeriğe atla

     FİRÂSET VE BASÎRET

          Maddeyi ve eşyanın zahirini görmenin ifadesi olan basardan (göz) çok farklı olan basiret; kutsiyet nuruyla aydınlanmış kalbin maddî ve mânevî âlemdeki hakikatlerini görme yeteneği anlamına gelen tasavvufî bir ifadedir.
         Bedendeki gözün, insanlarla hayvanlar arasında müşterek olmasına karşılık, kalp gözü olan basiret sadece insanlara mahsustur.

         “Görme, idrak etme, bir şeyin iç yüzüne vâkıf olma, sezgi” gibi anlamlara gelen basîret kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de genel olarak “görme” anlamı yanında özellikle “hakikati keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği yanlıştan ayırma yeteneği” mânalarında kullanılmış ve bu bakımdan mânevî körlük veya dalâletin zıddı olarak gösterilmiştir. 
(En‘âm:50, 104; Hûd:24;İsrâ:72;Neml:81).
         Aslında basîret, ilâhî sıfatlardan biri olan ‘Basar’ın kullardaki tecellisidir. Bu tecelliden nasibi olmayanların gözlerinde perde vardır (Bakara:7) ve bu sebeple gerçekleri göremezler. (Yâsîn:9) İnsanların gerçekleri görmelerine ışık tuttuğu için Kur’an âyetlerine de besâir (basîretler) denilmiştir. (A‘râf:203;Kasas:43)
          Kur’an küfür, nifak, hırs, kin gibi olumsuz inanç ve duygular yüzünden kalp gözü körleşmiş ve basîreti bağlanmış kimseler hakkında “körler” (Bakara.18), “kalpleri olup da bununla idrak edemeyenler” (A‘râf:179), “bakar körler” (A‘râf :197) gibi tabirler kullanır, inananları basîretli, inkârcıları kör sayar.

            Kur’ân’da kendilerinden ‘ülü’l-ebsâr’ 
(Haşr:2), ‘ülü’l-elbâb’ (Zümer:9), ‘ülü’n-nühâ’ (Tâhâ:54) diye söz edilen basîret sahipleri hislerine kapılmadıkları ve nefislerini günahlarla kirletmedikleri için maddî ve mânevî hakikatleri olduğu gibi görür ve ona göre hareket ederler.

           Basîretin beş duyudan biri olan görmenin ötesinde rûhî bir meleke olduğunu ifade eden hadisler de vardır. Nitekim Hz. Peygamber aleyhisselam, “Ruh bedenden ayrıldığında görme gücü de 
(basar) onunla birlikte gider” buyurmuştur (Müslim, “Cenâiz”, 7, 9). Hz. Peygamber aleyhisselam ın, gözleri uyusa da kalbinin uyanık olduğunu belirten hadislerinden de (Buhârî, “Menâkıb”, 24) basîretin ruhî bir meleke olduğu ve peygamberler gibi inanç ve amel dünyası gelişmiş insanlarda bu melekenin güçlü bir şekilde tezahür ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim sâdık rüya bu melekenin sonucudur.

             Bedendeki göz maddî âlemdeki varlıkları, olayları, renkleri ve şekilleri gördüğü gibi gönül gözü de dış âlemdeki eşya ve olayların iç yüzünü ve mânevî âlemdeki hakikatlerini görür.
    Basîret gözü her insanda kuvve halinde vardır. Bazı kimselerde bu göz Allah vergisi (vehbî) olarak doğuştan açık olursa da çok defa his perdesiyle örtülü olduğundan onu mücahede ile açmak gerekir.
    Basîret, Allah’ın mümin kulunun kalbine attığı öyle bir nurdur ki insan Peygamber’in verdiği haberin kesin şekilde gerçeği ifade ettiğini bu nur sayesinde kavrar; böylece şüphe, tereddüt ve hayretten kurtulur.
    Basîret sahibi geleceğinden endişe etmez, zira ilerisiyle ilgili tedbirleri eksiksiz olarak almıştır. Bu âlemdeki her şeyin yerli yerince cereyan etmekte olduğuna inanır. Kalbinden mârifet fışkırır.
    Tasavvufta basîret, Allah’ın nuru ile bakma ve görme şeklinde de tarif edilir. Bu tarife göre de firâset le eş anlamlıdır.”Müminin firasetinden çekinin! Zira o baktımı Allah ın nuruyla bakar.”(Tirmizi, tefsiru sure (15) 6) nurlu Nebevî beyanıyla aynı manadadır.
      Bugün toplumun böyle insanlara ihtiyacı vardır. Özellikle idarecilerin basîretli ve firâsetli olmalarına ihtiyacımız vardır. Basîretsiz idareciler milletleri felâketlere sürüklerler. Şahsî menfeatini esas alıp, kaprislerine yenik düşenlerde de basiret olamaz.
        “Basiretsiz basar para etmez.” Kimseye de faydası olmaz.
                                                                                                 Necdet İÇEL


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

                                  HURÛF-EBCED-CİFİR Harflerle rakamlarda tabiat ve hadiseleri etkileme gücünün bulunduğu veya bunların gaybdan haber vermede yararlı olduğu iddiasına dayanan sözde bir ilim. Literatürde daha çok ilmü’l-hurûf olarak geçmektedir. Gizli anlamlar içerdiği kabul edilen harflerin insana ve tabiata tesir ettiği inancına eski Mısır, Yakındoğu ve Hint uygarlıklarında, daha sonraları yahudi, hıristiyan ve İslâm kültürlerinde rastlamak mümkündür. Grek filozofları arasında da bu telakki zaman zaman kabul görmüştür. Nitekim Pisagor , âlemin ilk prensibinin aralarında bir düzen ve uyum bulunan sayılar olabileceğini ileri sürmüştür. Kaynaklarda Aristo’nun bile sayı ve harflerin esrarıyla ilgili bir eser yazdığı kaydediliyorsa da Arapça’da Kitâbü’s-Siyâse fî tedbîri’r-riyâse denilen bu kitabın uydurma...
                         BEŞİNCİ LEM’A   “…HASBÜNALLÂHU VE Nİ’MEL VEK Ȋ L” (Âl-İ İmran:173)        “Onlar (o mü’minler) öyle kimselerdir ki, halk kendilerine; ‘Düşmanınız olan insanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun!’ dediklerinde, 
 bu söz onların imanlarını arttırdı ve Allah bize yeter, O ne güzel vekildir! dediler.” 
 (Âl-i İmrân:173) Üstad hazretleri Risale-i Nur’u te’lif ederken bazı yerleri isim verdği halde telif etmemiştir.Bunlardan birtanesi de 5.Lem’adır.Keşke 5.Lem’ayı te’lif etseydi ve İbrahim aleyhisselâmın “ hasbî ve halîl olma” kahramanlığını bütün yönleriyle öğrenme şansına sahip olabilseydik. Çünkü bizim mesleğimiz (21.Lem’ada da anlatıldığı gibi) haliliyedir.Halil olan da ‘Halilullah’ makamının sahibi Hz.İbrahim aleyhisselâmdır. Halîlullah olan (Allah’ın dostu) İbrahim aleyhisselâm, hasbî’ni...
HELÂK OLMA SEBEPLERİ Hz. Nuh aleyhisselam devrinden günümüze kadar pek çok kavimler helâk olmuşlardır. Allah onların yerine başkalarını getirmiş ve bu kanun sünnetullah olarak, cebri determinizm içerisinde devrimize kadar devam etmiş gelmiştir. Aynı sebepler aynı sonuçları doğurur prensibiyle diyebiliriz ki, daha önceki kavimleri helâk eden sebepler ne ise, bugün de aynı sebepleri yaşayanların da sonuçları benzeri gibi olacaktır. Allah’ın gücü, kavimleri helâk ettiği gibi aynı sebepleri yaşayan bugünkü toplumları helâk etmeye de gücü yeter: “De ki: Allah’ın gökten ve yerden size azap göndermeye gücü yeter…” (En’am:65) Allah kavimlerin başına felâketler gönderirken -hâşâ- Onlar’a zulmetmez: “Şüphesiz ki, Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Fakat insanlar kendilerine zulmederler…” (Yunus:44) Helâk olanlar şu sebeplerle helâk olmuşlardır: Helâk olmanın en önemli ve birinci sebebi bütün çeşitleriyle zulümdür. Özellikle idareciler halkına zulmediyorlarsa felâketleri...