MENKIBE; EDEN BULUR
Lugat itibari ile ‘’temsil eden, belirleyen’’
manasına gelen, ‘’nakîb’’ kelimesi, bir topluluğun, kabilenin reisi veya
vekili, tekkelerdeki şeyhlerin yardımcısı konumundaki en kıdemli derviş veya
dede manasına gelir. Onların anlattığı ve ifade ettiği hikmetli sözlere de
‘’Menkıbe’’ denir.
‘’Nakîb’’ kelimesi yukarıda ki manaları ifade ile beraber, daha çok,
Hz.Muhammed aleyhisselam’ın soyundan gelen kişilerin işlerini görmek üzere,
içlerinden devlete tayin edilen memur anlamında kullanıldığı görülmektedir.
Bunlara ‘’Nakîbü’l-Eşraf’’ denilirdi.
Bu büyük zatların hikmetli söz ve fiillerinin veciz ifadelerle bizlere
kadar aktarılmasına da ‘’Menkıbe’’ denilmiştir.
Menkıbeler hadis rivayeti ve tarihin aktarılması kadar sağlam ravîlere
dayanmazlar. Önemli olan bizlere verilmek istenen manadır, ruhtur ve ahlaktır.
Bu hususta tarihte, İslam tarihinde ve tarihimizde yazılmış, anlatılmış,
aktarılmış binlerce kitap, onbinlerce veciz ve hikmetli sözler vardır.
Abdurrahman Camî’den, Nefahatü’l-Üns’ün müellifi molla cami’ye kadar yazılan
yüzlerce menkıbe kitapları da vardır.
Bu menkıbelerden bir tanesini sizlerle paylaşmak istiyorum:
Vaktiyle bir hükümdar, iki de veziri vardı. Biri iyi kalbliydi. Öteki kötü
kalbli ve kıskançtı.
İyi kalbli olanı; ‘’Eden, kendine eder’’, derdi sık sık. Onun
için hükümdar bu vezirini çok seviyordu. Öbürü, onu çekemiyor, kıymetten
düşürmek için fırsat kolluyordu.
Bir gün hükümdarın kulağına; ‘’Sultanım, o sizin aleyhinizde konuşuyor’’,
diye fısıldadı.
Hükümdar, inandı buna: ‘’Ya, ne diyor?’’ ‘’Ağzınız fena kokuyormuş’’ efendim. ‘’Ama benim ağzım kokmaz ki”. “İnanmazsanız, bu akşam dikkat edin. Sizinle konuşurken, eliyle burnunu tutacaktır.’’
Sonra çıkıp, koştu iyi vezire ve; ‘’ Bu öğlen yemeğini bizde yiyelim mi?’’ dedi.
‘’İyi vezir kabul etti:’’ Hayhay, yiyelim’’dedi.Öğlen vakti birlikte eve gittiler. Kötü vezir, yemeklere bol sarımsak koydurmuştu.
İyi kalbli vezir yedi o yemeklerden. Akşam, sultanın huzuruna gidince, mecburen bir eliyle hep ağzını tutuyordu.
Hükümdar, içinden; “Tamam, o vezir doğru söylemiş” diye düşündü.
Hemen bir mektup yazıp; ‘’Al bunu, falan valiye götür!’’ dedi.
İyi kalbli vezir;‘’ Baş üstüne sultanım’’ dedi. Ve çıktı huzurdan.
Mektup şöyleydi:‘’ Bu mektubu sana getireni öldür!’’
Garip, o mektubu valiye götürürken, yolda hasetçi vezire rastladı. Kötü vezir elindeki zarfı görünce sordu hemen: ‘’Onu kime götürüyorsun?’’ ‘’ Filan vâliye.’’ dedi.
Hasetçi, bunun bir taltif mektubu olduğunu zannedip rica etti: ‘’İstersen ben götüreyim.” “Olur, sen götür”, dedi. Ve alıp teslim etti o vâliye.
Vali mektubu açıp okuyunca, emretti adamlarına: ‘’Öldürün şunu!’’
Adamları; ‘’Baş üstüne!’’ dediler..Ve emir anında yerine getirildi.
Ertesi gün hükümdar, iyi kalbli veziri sağ salim görünce çok şaşırdı.Huzuruna çağırıp sordu:
- Sana verdiğim mektubu valiye götürmedin mi?
Hükümdar, inandı buna: ‘’Ya, ne diyor?’’ ‘’Ağzınız fena kokuyormuş’’ efendim. ‘’Ama benim ağzım kokmaz ki”. “İnanmazsanız, bu akşam dikkat edin. Sizinle konuşurken, eliyle burnunu tutacaktır.’’
Sonra çıkıp, koştu iyi vezire ve; ‘’ Bu öğlen yemeğini bizde yiyelim mi?’’ dedi.
‘’İyi vezir kabul etti:’’ Hayhay, yiyelim’’dedi.Öğlen vakti birlikte eve gittiler. Kötü vezir, yemeklere bol sarımsak koydurmuştu.
İyi kalbli vezir yedi o yemeklerden. Akşam, sultanın huzuruna gidince, mecburen bir eliyle hep ağzını tutuyordu.
Hükümdar, içinden; “Tamam, o vezir doğru söylemiş” diye düşündü.
Hemen bir mektup yazıp; ‘’Al bunu, falan valiye götür!’’ dedi.
İyi kalbli vezir;‘’ Baş üstüne sultanım’’ dedi. Ve çıktı huzurdan.
Mektup şöyleydi:‘’ Bu mektubu sana getireni öldür!’’
Garip, o mektubu valiye götürürken, yolda hasetçi vezire rastladı. Kötü vezir elindeki zarfı görünce sordu hemen: ‘’Onu kime götürüyorsun?’’ ‘’ Filan vâliye.’’ dedi.
Hasetçi, bunun bir taltif mektubu olduğunu zannedip rica etti: ‘’İstersen ben götüreyim.” “Olur, sen götür”, dedi. Ve alıp teslim etti o vâliye.
Vali mektubu açıp okuyunca, emretti adamlarına: ‘’Öldürün şunu!’’
Adamları; ‘’Baş üstüne!’’ dediler..Ve emir anında yerine getirildi.
Ertesi gün hükümdar, iyi kalbli veziri sağ salim görünce çok şaşırdı.Huzuruna çağırıp sordu:
- Sana verdiğim mektubu valiye götürmedin mi?
- Götürecektim, yolda diğer vezir arkadaş ben götüreyim dedi. Ben de olur dedim. O götürdü.
- Peki, sen benim hakkımda, “ağzı kokuyor” diyormuşsun, öyle mi? ‘’Estağfirullah sultanım.’’ dedi.
- Peki o akşam niçin burnunu tutuyordun?
Vezir anlattı olanları. Hükümdar hakikati öğrenmişti. İyi kalbli vezirine sevgiyle baktı ve; ‘’Sen haklıymışsın vezirim’’, dedi.
Okunduğu zaman kıyamet gününde kendisine şefaat edeceği belirtilen bakara
sûresi ve sonunda ki iki âyeti ki ‘’Her kim gece vakti okursa ona yeter (Buhari, Fezail,10) hadis-i şerifi
ile anlatılır. Mi’rac’ın bir hediyesi olan, beş vakit namaz, ahirette
Efendimizin şefaati kadar önemli olan Bakara sûresinin son iki ayeti Kur’ân’ın
kalbidir. Bu iki âyetin de kalbi ve ruhu , ‘’Lehe me kesebet ve Aleyhe
mektesebet= Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık da kendi
aleyhinedir.’’ âyetidir.
Herkes yaptığını bulacaktır. Niyet hayır, akıbet hayırdır. Niyet şer,
akıbet de şerdir. Zâlimlere duyrulur.
Kim ne yaparsa kendine yapmış olur..
Necdet İÇEL
Yorumlar
Yorum Gönder