Ana içeriğe atla
NİYET ŞER AKIBET ŞER

         Kur’an-ı Kerîm’in kelime ve ayetleri arasında nazımdan çıkan (dizilişi) manalar olduğu gibi, sûrelerin dizilişinden de çıkan manalar vardır.

  Hiçbir şeyde tesadüf olmadığı gibi Kur’an-ı Kerîm’deki harfler, kelimeler,ayetler ve sûrelerin dizilişinde de tesadüf yoktur. Bunların arasında derin irtibatlar ve bu irtibatlara dayalı derin manalar vardır.

Fîl Sûresinden önce Hümeze Sûresi gelir. Fîl Sûresinde Kâbe’yi yıkmaya gelen ashab-ı fîl’in hüsranına, Allah’ın dinine karşı çıkanların kötü akıbetlerine Ebrehe ordusu temsili içerisinde misal getirilerek anlatılır.

Fîl Sûresinde, Allah’ın hâk ile yeksan edeceği kimselere ve toplumlara dikkat çekilir. Önceki Humeze Sûresinde ise Ebrehe ordusu gibi Allah’ın helak edeceği kimselerin vasıflarına ve alâmetlerine dikkat çekilir.

“ Vay haline her hümeze ve lümezenin !” (Hümeze: 1) Yani insanları arkadan çekiştiren, küçük düşüren, kaş göz hareketleri ile eğlenenlerin!

“Böylesi mal yığar ve onu sayar durur. Malını kendisini ebedi yaşatacağını sanır.” (Hümeze: 2-3) Yani o kişnin alaycı tavrı, servet sahibi olmasından ileri gelmektedir. Mal yığma, bir de onu tek tek sayıp övünme her ikisi de mala perestiş etme fakat bu malı kendisine nasip eden Allah’ın rızası için muhtaç insanlara ve diğer hizmet yerlerine harcamamayı iyice resmeder.

Hümeze Sûresi’ndeki kötü vasıf ve fiillere sahip olanların dünyadaki akıbeti Ebrehe ordusunun akıbeti gibi olacaktır. Cebri determinizm içerisinde her dönemde aynı sebepler aynı sonuçları doğurur.

Bu benzerliği, “Kur’an-ı Kerîm’in süsüdür” diye ifade edilen Hâ Mîm’lerde de görebiliriz. Hâ Mîm’lerin dördüncüsü olan Zühruf, beşincisi olan Duhan ve altıncısı olan Câsiye sûreleri arasında da aynı sebep sonuç münasebeti vardır.

Zuhruf altın, mücevher manalarına gelir. Seksen dokuz ayetten ibaret Kur’an-ı Kerîm’in kırk üçüncü sûresi olan “Zuhruf“ kelimesi, sûrenin otuz beşinci ayetinde geçer. Altınlarla, gümüşlerle, mücevharatla dünyanın süs ve ziynetine kendini kaptırmış insanlar anlatılır.

Dünyanın süsü, ziynetiyle makam ve mansıbıyla tûl-u emele kapılmış ve böylece gözü dönmüş, bakışı bulanmış kimselerin hâli de Duhan sûresinde anlatılır.

Kur’an-ı Kerîm’in kırk dördüncü sûresi olan Duhan sûresinin onuncu ayetinde geçen, “duman, gaz” manasına gelen “Duhan” mecazi manası ile hakikatin berrak görünmesine mâni olan hal, tavır olarak değerlendirilebilir. Nitekim Türkçemizde duman kelimesi mecazi anlamda değişik şekillerde kullanılır.
Kıyametin on büyük alâmeti sayılırken bir tanesi de dumanın çıkmasıdır. Hadis-i Şerif te ise “Dumanın tesiri mümine nezle gibi gelir, kâfire ise çok şiddetlidir.”

Bu duman dünyanın süs ve ziyneti karşısında kafasının dumanlanması, özellikle ahireti görememesidir. Ahirete inandığı halde hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya sarılıp, dünyayı ahirete tercih etmesidir. (İbrahim: 3; Kıyame: 20-21; İnsan: 27)

Duhan sûresinden sonra ise otuz yedi ayetten ibaret olan “dizüstü çöken, çaresizlik içinde elini yüzüne, göğsüne vuran” manasına gelen Câsiye sûresi gelir. Bu ahiretteki perişâniyetin ifadesidir.

Özetle söyleyecek olursak altın ve gümüşle, dünyanın süs ve ziynetiyle makam ve mansıbıyla gözü dönmüş, başı dumanlanmış ve ileriyi, ahireti göremeyenlerin âkibeti, Câsiye sûresinde anlatılan çaresizlik içerisinde diz çökmüş keşke keşke diyerek, ah-vah çekerek ellerini göğsüne, başına vuranların akibeti gibi olacaktır.

                                                                                                    Necdet İÇEL


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

                                  HURÛF-EBCED-CİFİR Harflerle rakamlarda tabiat ve hadiseleri etkileme gücünün bulunduğu veya bunların gaybdan haber vermede yararlı olduğu iddiasına dayanan sözde bir ilim. Literatürde daha çok ilmü’l-hurûf olarak geçmektedir. Gizli anlamlar içerdiği kabul edilen harflerin insana ve tabiata tesir ettiği inancına eski Mısır, Yakındoğu ve Hint uygarlıklarında, daha sonraları yahudi, hıristiyan ve İslâm kültürlerinde rastlamak mümkündür. Grek filozofları arasında da bu telakki zaman zaman kabul görmüştür. Nitekim Pisagor , âlemin ilk prensibinin aralarında bir düzen ve uyum bulunan sayılar olabileceğini ileri sürmüştür. Kaynaklarda Aristo’nun bile sayı ve harflerin esrarıyla ilgili bir eser yazdığı kaydediliyorsa da Arapça’da Kitâbü’s-Siyâse fî tedbîri’r-riyâse denilen bu kitabın uydurma...
                         BEŞİNCİ LEM’A   “…HASBÜNALLÂHU VE Nİ’MEL VEK Ȋ L” (Âl-İ İmran:173)        “Onlar (o mü’minler) öyle kimselerdir ki, halk kendilerine; ‘Düşmanınız olan insanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun!’ dediklerinde, 
 bu söz onların imanlarını arttırdı ve Allah bize yeter, O ne güzel vekildir! dediler.” 
 (Âl-i İmrân:173) Üstad hazretleri Risale-i Nur’u te’lif ederken bazı yerleri isim verdği halde telif etmemiştir.Bunlardan birtanesi de 5.Lem’adır.Keşke 5.Lem’ayı te’lif etseydi ve İbrahim aleyhisselâmın “ hasbî ve halîl olma” kahramanlığını bütün yönleriyle öğrenme şansına sahip olabilseydik. Çünkü bizim mesleğimiz (21.Lem’ada da anlatıldığı gibi) haliliyedir.Halil olan da ‘Halilullah’ makamının sahibi Hz.İbrahim aleyhisselâmdır. Halîlullah olan (Allah’ın dostu) İbrahim aleyhisselâm, hasbî’ni...
HELÂK OLMA SEBEPLERİ Hz. Nuh aleyhisselam devrinden günümüze kadar pek çok kavimler helâk olmuşlardır. Allah onların yerine başkalarını getirmiş ve bu kanun sünnetullah olarak, cebri determinizm içerisinde devrimize kadar devam etmiş gelmiştir. Aynı sebepler aynı sonuçları doğurur prensibiyle diyebiliriz ki, daha önceki kavimleri helâk eden sebepler ne ise, bugün de aynı sebepleri yaşayanların da sonuçları benzeri gibi olacaktır. Allah’ın gücü, kavimleri helâk ettiği gibi aynı sebepleri yaşayan bugünkü toplumları helâk etmeye de gücü yeter: “De ki: Allah’ın gökten ve yerden size azap göndermeye gücü yeter…” (En’am:65) Allah kavimlerin başına felâketler gönderirken -hâşâ- Onlar’a zulmetmez: “Şüphesiz ki, Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Fakat insanlar kendilerine zulmederler…” (Yunus:44) Helâk olanlar şu sebeplerle helâk olmuşlardır: Helâk olmanın en önemli ve birinci sebebi bütün çeşitleriyle zulümdür. Özellikle idareciler halkına zulmediyorlarsa felâketleri...