Ana içeriğe atla
           BAŞIMIZA GELEN BELALARIN DEF’İ İÇİN NE YAPMALIYIZ?


Allah’ın takdir ettiği musibet ve belalar, gayb âleminden şahadet âlemine geldikten sonra, o belaya maruz kalacaklar ne yaparlarsa yapsınlar, Allah o belayı tekrar gerisin geriye çekmemiş ve o musibetler-belalar o kavimlerin üzerine sağanak sağanak gelmişlerdir.

Hz. Âdem’den beri, Allah’ın kavimleri helak etme kanunu, sünneti hep böyle cereyan etmiştir. Bundan tek müstesna olan kavim Hz. Yunus’un kavmidir (Yunus: 98).

Bizim de başımıza gelen musibetler ve belalar gösteriyor ki bundan sonra daha büyük musibet ve belalar gelebilecektir.

Daha büyük belaların gelmemesi için Hz. Yunus’un kavmi neler yaptı ise bizler de aynısını yapmalıyız. Naslarda bize anlatıldığına göre Hz. Yunus'un kavmi altı şey yapmıştır.


1) Herkes, istisnasız imana gelip (Taberi, tefsir, c:11, s:172) günahlarına tevbe ettiler. (İbni Esir, El kamil fi’t Tarih, c:1, s:361)

Kaba elbiseler giydiler,  kadın erkek, çoluk çocuk, bütün şehir halkı, hayvanları ile birlikte, geniş ve yüksekçe bir yere çıktılar. (İbni Esir, El kamil fi’t Tarih, c:1, s:361) İnsanlardan, hayvanlardan, her ana ile yavrusunun arasını ayırdılar. Başlarına, toz toprak saçtılar. Niyetlerini, hâlis kıldılar. İmanlarını, açıkladılar. Günahlarından dolayı Allah´a tevbe ettiler. Seslerini, yükselterek Allah´a yalvarmaya başladılar: "Yûnus’un getirdiklerine, iman ettik!" dediler. (Taberi, tefsir, c:11, s:172) İnsanların ve hayvanların sesleri, iniltileri, birbirine karıştı. Erkek, kadın, oğlan, kız, hepsi ağlaştılar. Kırk gece Allah´a yalvardılar. (Sâlebi, Arais, s:408)

2) Kendi aralarında kul hakkı mevzusunda helalleştiler. (İbni Esir, El kamil fi’t Tarih, c:1, s:361) O derecede ki, onlardan, her hangi biri, başkasına âid bir taşı, binasının temeline koymuşsa, onu bile, yerinden söküp sahibine iade ettiler.

Kul hakkının çok fazla olduğu bir kavme Allah (cc) bela verir. Dargın insan kalmamalı. Kul hakkının cari olduğu bir toplulukta Allah (cc) tevbe-i istiğfarı kabul etmeyebilir.

3) Mallarının hepsini Allah(cc) yolunda tasadduk ettiler. Zenginler fakirlere verdiler. Az sadaka çok belayı def eder. Çok sadaka daha çok belayı def eder.( Muhammed Abdürraûf el-Münavî,  Feyz’ül Kadir,  c:3, s:195;  Nevevî, Riyaz’ül Salihin, Hadis no: 1525)

4) Tevbe-i nasuh ile tevbe ettiler.

Tevbe-i nasûh, Kur’ânî bir tabirdir (Tahrim: 8 ). Ciddî, halis ve safi olarak, hulûs-u kalp ile sırf günahların bağışlanmasını dileyerek sırf Allah rızası için yapılan tevbe demektir. Nasuh, “nush ve nasihat” kökünden mübalâğa siygasındadır. Günahı günah olduğu için terk etmek, haramdan haram olduğu için yüz çevirmek, sırf Allah korkusuyla günahtan ve haramdan pişmanlık duymak, bir daha günahlara dönmemek üzere günahların şerrinden Allah’a sığınmak ve tevbe etmek demektir. Günah olan şeyi başka bir gaye için bırakmak ve başka bir nedenle pişman olmak tevbe-i nasûh olmaz. Meselâ içkiyi sağlığa zararlı olduğu için veya doktor yasakladığı için terk etmek veya bundan dolayı içtiğine pişman olmak tevbe-i nasûh olmaz. Günah olan bir şeyi menfaatli olsa dahi, Allah haram kıldı diye terk etmek ise tevbe-i nasûh sayılır.

5) Musibetin yaklaşmasıyla bela atmosferi içine giren o beldeyi terk ederek, şehrin dışında tevbe tepesi denilen bir yere çıkmışlardır. (Kısas-ı Enbiya, Ahmet Cevdet Paşa, c:1, s: 38)

İla-i Kelimetullah adına, Kureyş kabilesinin ticaret için başka şehirlere gitmesi gibi  bizler de başka şehirlere gitmeliyiz.

6) Çok ciddî münâcâtta bulundular. (Taberi, Tefsir, c:11, s:172)

Dua ile münâcât arasındaki fark şudur: Dua, her şartta her şeyimizle Allah (cc)'dan yardım istemektir.  Münâcât daha çok muztar haldeyken Müsebbib'ül- Esbab'a, kalp ile tam teveccüh demektir. Özellikle Cenâb-ı Hakk’ın zât, sıfat ve esmasını da vesile kılarak Allah(cc)’a içten gelen yalvarış ve yakarışa münâcât denir.

          Günlerce münâcâtta bulundular. En önemli münâcâtları da : “Ey dâima Diri olan! Ey kendi Zâtı ile kaim olan! ve bütün varlıkları, ayakta tutan! Ey hiç bir canlı bulunmadığı zaman, Diri olan! Ey ölüleri dirilten Diri! Ey Senden başka İlâh bulunmayan Diri.” (Ebül ferec İbn Cevzî, Tabsıra,  c:1, s:327; Ebülfida, Elbidaye vennihaye,  c:1, s:232)


Ey Rabbimiz! Bizim günahımız büyüktür. Fakat sen daha büyüksün. Sen bize Sana yakışanı işle; bize yakışanı işleme..” (Peygamberler tarihi, Mehmet Dikmen- Bünyamin Ateş, s:535) Duanın yapıldığı vakit Muharremin onuncu gününe, yani aşure gününe tesadüf eden bir Cuma günüydü. (M. Vehbi, Hulasatul Beyan Fî Tefsiri’l Kur’ân, , c:12, s:4749)

Hz. Yunus’un kavmi başlarına gelen belayı def eden bu hususları yaptıkları sırada Hz. Yunus aleyhisselam da “Ey Allah’ım ben kendine zulmedenlerden oldum” (Enbiya: 87)  diyerek balığın karnında münacaatta bulunuyordu.


Hiç bir zaman, hiçbir peygamber kavmini suçlamamıştır. Yunus aleyhisselâm’da suçlamadı. Sadece “Allah (cc)’ım bana yardım et ben mağlup oldum” dedi.

Bizler de Hz. Yunus aleyhisselamın kavmi gibi davranmalıyız. Toptan bir tecdid-i imanda bulunmalıyız. Mallarımızdan güçlü bir şekilde tasaddukta bulunduktan sonra kendi aramızda kul hakları noktası ile helallaşmalıyız. Tevbemizi, tevbe-i nasuh ufkunda ele alarak nefis muhasebemizle beraber münacaat ufkunda Allah’a yalvarmalıyız. Şartlar gereği zaten günah işlediğimiz yerleri terk ederek başka beldelere veya ülkelere hicret etmiş durumdayız. Yolda kalmışlığımızı, seferilik halimizi, mazlumiyetimizle beraber merc ederek, balığın karnında münacaatta bulunan Hz. Yunus aleyhisselam gibi Allah’a derin bir yalvarış ve yakarışla hâlimizi O’na arz etmeliyiz.
     Sebeplerin sukut ettiği böyle bir dönemde, kalp ızdıraplarımız içerisinde Yunusvârî ve kavmi gibi davranarak, Müsebbebü’l-Esbab olan Allah’tan istimdat etmeliyiz.
                                                                                                 NECDET İÇEL
 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

                                  HURÛF-EBCED-CİFİR Harflerle rakamlarda tabiat ve hadiseleri etkileme gücünün bulunduğu veya bunların gaybdan haber vermede yararlı olduğu iddiasına dayanan sözde bir ilim. Literatürde daha çok ilmü’l-hurûf olarak geçmektedir. Gizli anlamlar içerdiği kabul edilen harflerin insana ve tabiata tesir ettiği inancına eski Mısır, Yakındoğu ve Hint uygarlıklarında, daha sonraları yahudi, hıristiyan ve İslâm kültürlerinde rastlamak mümkündür. Grek filozofları arasında da bu telakki zaman zaman kabul görmüştür. Nitekim Pisagor , âlemin ilk prensibinin aralarında bir düzen ve uyum bulunan sayılar olabileceğini ileri sürmüştür. Kaynaklarda Aristo’nun bile sayı ve harflerin esrarıyla ilgili bir eser yazdığı kaydediliyorsa da Arapça’da Kitâbü’s-Siyâse fî tedbîri’r-riyâse denilen bu kitabın uydurma...
                         BEŞİNCİ LEM’A   “…HASBÜNALLÂHU VE Nİ’MEL VEK Ȋ L” (Âl-İ İmran:173)        “Onlar (o mü’minler) öyle kimselerdir ki, halk kendilerine; ‘Düşmanınız olan insanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun!’ dediklerinde, 
 bu söz onların imanlarını arttırdı ve Allah bize yeter, O ne güzel vekildir! dediler.” 
 (Âl-i İmrân:173) Üstad hazretleri Risale-i Nur’u te’lif ederken bazı yerleri isim verdği halde telif etmemiştir.Bunlardan birtanesi de 5.Lem’adır.Keşke 5.Lem’ayı te’lif etseydi ve İbrahim aleyhisselâmın “ hasbî ve halîl olma” kahramanlığını bütün yönleriyle öğrenme şansına sahip olabilseydik. Çünkü bizim mesleğimiz (21.Lem’ada da anlatıldığı gibi) haliliyedir.Halil olan da ‘Halilullah’ makamının sahibi Hz.İbrahim aleyhisselâmdır. Halîlullah olan (Allah’ın dostu) İbrahim aleyhisselâm, hasbî’ni...
HELÂK OLMA SEBEPLERİ Hz. Nuh aleyhisselam devrinden günümüze kadar pek çok kavimler helâk olmuşlardır. Allah onların yerine başkalarını getirmiş ve bu kanun sünnetullah olarak, cebri determinizm içerisinde devrimize kadar devam etmiş gelmiştir. Aynı sebepler aynı sonuçları doğurur prensibiyle diyebiliriz ki, daha önceki kavimleri helâk eden sebepler ne ise, bugün de aynı sebepleri yaşayanların da sonuçları benzeri gibi olacaktır. Allah’ın gücü, kavimleri helâk ettiği gibi aynı sebepleri yaşayan bugünkü toplumları helâk etmeye de gücü yeter: “De ki: Allah’ın gökten ve yerden size azap göndermeye gücü yeter…” (En’am:65) Allah kavimlerin başına felâketler gönderirken -hâşâ- Onlar’a zulmetmez: “Şüphesiz ki, Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Fakat insanlar kendilerine zulmederler…” (Yunus:44) Helâk olanlar şu sebeplerle helâk olmuşlardır: Helâk olmanın en önemli ve birinci sebebi bütün çeşitleriyle zulümdür. Özellikle idareciler halkına zulmediyorlarsa felâketleri...