ALLAH’A DAYAN
Allah, fıtratımız itibariyle bizleri âciz olarak yaratmıştır.
Âciz insan; kendi güç, kuvvet ve iradesiyle düşmanlarından kendini koruyamıyor ve muhafaza edemiyorsa ona aciz denir. Baba sulbünden anne karnına, oradan dünyaya geldiğimiz bugünlere kadar bizler için içi içe girmiş binlerce düşmanlarımız vardır. Anne karnındaki üç zar ve karanlık odalardan dünyaya geldiğimiz zaman ki hastalıklara, mikroplara, kuyruklu yıldızdan meteor taşlarına, zelzelelere ve ondan açlık ve kıtlıklara kadar iç içe girmiş düşmanlarımız…
Biz kendi irademizle en küçük mikroba karşı koyamıyoruz. Dünyaya geldiğimiz andan bu yaşlarımıza kadar düşmanlarımızdan bizleri koruyan Kadîr ve Kavî olan bir Zât vardır ki Hazreti Allah’tır.
Fıtratımızdaki bu aczimizi idrak ile güç ve kuvveti namütenahi olan Hazreti Allah’a istinat ederiz.
Birinci sözde anlatılan misalleri tahattur ediniz.
Âciz güçlüye dayanırsa güçlenmiş olur.
Sinek Allah’a dayanınca Nemrut’u mağlup eder. İki insan askere ve orduya dayanırsa bütün köy halkını bir yerde toplayabilir. Bu intisabın gücünden kaynaklanır. Misalleri çoğaltmak mümkündür.
Allah davasına hizmet eden kimselerin, kendi aczlerini idrak etmeleri çok önemlidir. Onun içindir ki Cenâb-ı Hak îman davasına hizmet eden peygamberlerinin bütün dayanak noktalarını çekmiş-almış ve sadece kendisine dayanmalarını sağlamıştır.
Mekke’nin ağır şartları içerisinde binbir zahmet ve elekten geçen Hazret-i Muhammed aleyhisselâm, Hazreti Lût’u hatırladığı esnada ‘’ Allah Lût’a merhamet etsin. Kavminin ihaneti karşısında ah keşke sağlam bir dayanağım olsaydı demişti…’’(Hûd: 80) sözünü hatırladı.
Hazreti Lût aleyhisselâm, genç ve görkemli erkekler suretinde evine gelen meleklere tecavüz etmek isteyen kavminin ihaneti karşısında çaresizliğini bu şekilde ifade etmiştir.
Bir peygamber daima Allah’a dayanmalıydı. Allah’tan başka kendini kurtaracak bir dayanak ve sığınak aramamalıydı.
Cenâb-ı Hak Hazreti Muhammed aleyhisselamın, sebepler dairesinde bütün dayanaklarını alması da bunun içindir. Dünyaya teşrif etmeden önce babasını, altı yaşına geldiğinde önemli dayanak noktası olan anasını, nübüvvetinin en zor anlarında Haticesini ve amcası Ebu Tâlibi alması da bu ince sırdan dolayıdır.
Bütün bunlarla Allah demek istiyor ki; ‘’Ey dünya çapında büyük davayla gönderilen peygamberim! Sen esbaba dayanma. Sen sadece ve sadece bana dayan. Bana dayan ki düşmanlarını mağlup edesin…’’
Tâif seferindeki başına gelen o ciğersûz hadiselerde Efendimiz aleyhisselam, Allah’a dayanma noktasının zirvesi olmuş, taşlar altında kanları akıp yere yığıldığı zaman; “Allah’ım! Kuvvetimizin zaafa uğradığını, çaresiz kaldığımızı ve halk nazarında hor görüldüğümüzü ancak sana arzederiz. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Çaresizlerin Rabbi Sensin. Allah’ım! huysuz, yüzsüz bir düşman eline bizi düşürmeyecek, hatta hayatımızın dizginlerini eline verdiğin akrabadan bir dosta bile bizi bırakmayacak kadar bize merhametlisin. Allah’ım, eğer bize karşı kırgın değilsen; çektiğimiz mihnetlere, belalara hiç aldırmayız. Fakat senin esirgeyiciliğin bunları göstermeyecek kadar geniştir. Sana sığınırız. Senin cemalinin nuruna sığınırız. Bütün karanlıkları parlatan, dünya ve ahiret işlerin ıslahının yalnız ona bağlı bulunduğu nuruna sığınırız. Allah’ım, Sen razı oluncaya kadar Senin affını diliyoruz. Bütün kuvvet, her kudret ancak sendendir.’’
Efendimiz aleyhisselam zirvede bu aczini idrak edip Rabbine karşı itiraf ettikten sonra dünyadaki bütün düşmanlarına karşı hodri meydan çekmiştir.
Birkaç seneden beri düşündüğüm bir husus ki; acaba bu hâlis, vefalı, sadık, çilekeş, fedakâr, ehl-i hizmet cemaatin başına bu belâ ve musibetler hangi hikmete binâen gelmiştir?
Allah (c.c) Hakîm olduğundan elbette hikmetsiz, faydasız bir iş ve icraat yapmaz. Bir işine bin hikmet te takabilir.
Bildiğimiz, bilemediğimiz pek çok hikmetlerin yanı başında, bir de şöyle bir hikmeti görülüyor. Bize diyor ki ‘’Ey Hakk’a hizmet eden cemaat! Zaten temel prensiplerinizde olan tevazûyu esas alınız. Meslek ve meşrebinizin ruhu ve özü olan acz-i mutlak ve fakr-ı mutlakı kazanınız. Televizyon ve gazetelerin (medya) gücüne yaslanmayınız. Yaptığınız büyük binaların azametine istinâd etmeyiniz. Cemaatinizin sayısının çokluğuna bel bağlamayınız. Yetiştirdiğiniz imanlı, irfanlı, (devlet içinde vazife yapan) dostlarınızın varlığına güvenmeyiniz… Sadece bana dayanınız, bana güveniniz. Muhakkak ki bütün güç ve kuvvet bana aittir’’ mesaj ve manalarını vermek için Cenâb-ı Hak bu musibetleri başımıza vermiş olabilir.
Bugünlerde altıncı şuanın herkes tarafından dikkatlice ve şuurluca okunmasını tavsiye ederim.
’’Risale-i Nuriye-i Hasbiye ‘’olarak ifade edilen ve hasbî kahramanı olan İbrahim aleyhisselamın sözü olarak Kur’an’da yerini alan bu âyetteki ruhu yakalamak ve bu noktaya ulaşmak mecburiyetindeyiz.
‘’Hasbünallâhu ve ni’mel vekîl…’’( Âl-i İmran: 173)
Nemrut’un ordusu, bütün devlet gücüyle Hz. İbrahim ve davasını yok etmek için üzerine musallat olduğunda, aczinin ifadesi olarak ‘hasbî’ diyen Hz. İbrahim, Allah’a dayanmış (birinci sözdeki sırları hatırlayınız), ‘’Ey Allah’ım! ordularından bir ordunu nemrut ve ordusuna musallat eyle’’ demiş. İşte, bu tevfîz-i umurdan sonra nereden geldiği belli olmayan bir sinek ordusu, Nemrut’u ve ordusunu yerle bir edip, mağlup etmiştir.
Özellikle bu günlerde, aczimizi idrak ederek, sadece ve sadece Allah’a dayanır ve Allah’tan yardım isteyebilirsek Nemrut gibi şımarmış düşmanlar mağlup olacak ve Cenâb-ı Hak bizleri koruyacaktır.
Mehmet Âkif’in dediği gibi;
‘’Allah’a dayan sa’ye sarıl, hikmete râm ol,
Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol.’’
Necdet İÇEL
Allah, fıtratımız itibariyle bizleri âciz olarak yaratmıştır.
Âciz insan; kendi güç, kuvvet ve iradesiyle düşmanlarından kendini koruyamıyor ve muhafaza edemiyorsa ona aciz denir. Baba sulbünden anne karnına, oradan dünyaya geldiğimiz bugünlere kadar bizler için içi içe girmiş binlerce düşmanlarımız vardır. Anne karnındaki üç zar ve karanlık odalardan dünyaya geldiğimiz zaman ki hastalıklara, mikroplara, kuyruklu yıldızdan meteor taşlarına, zelzelelere ve ondan açlık ve kıtlıklara kadar iç içe girmiş düşmanlarımız…
Biz kendi irademizle en küçük mikroba karşı koyamıyoruz. Dünyaya geldiğimiz andan bu yaşlarımıza kadar düşmanlarımızdan bizleri koruyan Kadîr ve Kavî olan bir Zât vardır ki Hazreti Allah’tır.
Fıtratımızdaki bu aczimizi idrak ile güç ve kuvveti namütenahi olan Hazreti Allah’a istinat ederiz.
Birinci sözde anlatılan misalleri tahattur ediniz.
Âciz güçlüye dayanırsa güçlenmiş olur.
Sinek Allah’a dayanınca Nemrut’u mağlup eder. İki insan askere ve orduya dayanırsa bütün köy halkını bir yerde toplayabilir. Bu intisabın gücünden kaynaklanır. Misalleri çoğaltmak mümkündür.
Allah davasına hizmet eden kimselerin, kendi aczlerini idrak etmeleri çok önemlidir. Onun içindir ki Cenâb-ı Hak îman davasına hizmet eden peygamberlerinin bütün dayanak noktalarını çekmiş-almış ve sadece kendisine dayanmalarını sağlamıştır.
Mekke’nin ağır şartları içerisinde binbir zahmet ve elekten geçen Hazret-i Muhammed aleyhisselâm, Hazreti Lût’u hatırladığı esnada ‘’ Allah Lût’a merhamet etsin. Kavminin ihaneti karşısında ah keşke sağlam bir dayanağım olsaydı demişti…’’(Hûd: 80) sözünü hatırladı.
Hazreti Lût aleyhisselâm, genç ve görkemli erkekler suretinde evine gelen meleklere tecavüz etmek isteyen kavminin ihaneti karşısında çaresizliğini bu şekilde ifade etmiştir.
Bir peygamber daima Allah’a dayanmalıydı. Allah’tan başka kendini kurtaracak bir dayanak ve sığınak aramamalıydı.
Cenâb-ı Hak Hazreti Muhammed aleyhisselamın, sebepler dairesinde bütün dayanaklarını alması da bunun içindir. Dünyaya teşrif etmeden önce babasını, altı yaşına geldiğinde önemli dayanak noktası olan anasını, nübüvvetinin en zor anlarında Haticesini ve amcası Ebu Tâlibi alması da bu ince sırdan dolayıdır.
Bütün bunlarla Allah demek istiyor ki; ‘’Ey dünya çapında büyük davayla gönderilen peygamberim! Sen esbaba dayanma. Sen sadece ve sadece bana dayan. Bana dayan ki düşmanlarını mağlup edesin…’’
Tâif seferindeki başına gelen o ciğersûz hadiselerde Efendimiz aleyhisselam, Allah’a dayanma noktasının zirvesi olmuş, taşlar altında kanları akıp yere yığıldığı zaman; “Allah’ım! Kuvvetimizin zaafa uğradığını, çaresiz kaldığımızı ve halk nazarında hor görüldüğümüzü ancak sana arzederiz. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Çaresizlerin Rabbi Sensin. Allah’ım! huysuz, yüzsüz bir düşman eline bizi düşürmeyecek, hatta hayatımızın dizginlerini eline verdiğin akrabadan bir dosta bile bizi bırakmayacak kadar bize merhametlisin. Allah’ım, eğer bize karşı kırgın değilsen; çektiğimiz mihnetlere, belalara hiç aldırmayız. Fakat senin esirgeyiciliğin bunları göstermeyecek kadar geniştir. Sana sığınırız. Senin cemalinin nuruna sığınırız. Bütün karanlıkları parlatan, dünya ve ahiret işlerin ıslahının yalnız ona bağlı bulunduğu nuruna sığınırız. Allah’ım, Sen razı oluncaya kadar Senin affını diliyoruz. Bütün kuvvet, her kudret ancak sendendir.’’
Efendimiz aleyhisselam zirvede bu aczini idrak edip Rabbine karşı itiraf ettikten sonra dünyadaki bütün düşmanlarına karşı hodri meydan çekmiştir.
Birkaç seneden beri düşündüğüm bir husus ki; acaba bu hâlis, vefalı, sadık, çilekeş, fedakâr, ehl-i hizmet cemaatin başına bu belâ ve musibetler hangi hikmete binâen gelmiştir?
Allah (c.c) Hakîm olduğundan elbette hikmetsiz, faydasız bir iş ve icraat yapmaz. Bir işine bin hikmet te takabilir.
Bildiğimiz, bilemediğimiz pek çok hikmetlerin yanı başında, bir de şöyle bir hikmeti görülüyor. Bize diyor ki ‘’Ey Hakk’a hizmet eden cemaat! Zaten temel prensiplerinizde olan tevazûyu esas alınız. Meslek ve meşrebinizin ruhu ve özü olan acz-i mutlak ve fakr-ı mutlakı kazanınız. Televizyon ve gazetelerin (medya) gücüne yaslanmayınız. Yaptığınız büyük binaların azametine istinâd etmeyiniz. Cemaatinizin sayısının çokluğuna bel bağlamayınız. Yetiştirdiğiniz imanlı, irfanlı, (devlet içinde vazife yapan) dostlarınızın varlığına güvenmeyiniz… Sadece bana dayanınız, bana güveniniz. Muhakkak ki bütün güç ve kuvvet bana aittir’’ mesaj ve manalarını vermek için Cenâb-ı Hak bu musibetleri başımıza vermiş olabilir.
Bugünlerde altıncı şuanın herkes tarafından dikkatlice ve şuurluca okunmasını tavsiye ederim.
’’Risale-i Nuriye-i Hasbiye ‘’olarak ifade edilen ve hasbî kahramanı olan İbrahim aleyhisselamın sözü olarak Kur’an’da yerini alan bu âyetteki ruhu yakalamak ve bu noktaya ulaşmak mecburiyetindeyiz.
‘’Hasbünallâhu ve ni’mel vekîl…’’( Âl-i İmran: 173)
Nemrut’un ordusu, bütün devlet gücüyle Hz. İbrahim ve davasını yok etmek için üzerine musallat olduğunda, aczinin ifadesi olarak ‘hasbî’ diyen Hz. İbrahim, Allah’a dayanmış (birinci sözdeki sırları hatırlayınız), ‘’Ey Allah’ım! ordularından bir ordunu nemrut ve ordusuna musallat eyle’’ demiş. İşte, bu tevfîz-i umurdan sonra nereden geldiği belli olmayan bir sinek ordusu, Nemrut’u ve ordusunu yerle bir edip, mağlup etmiştir.
Özellikle bu günlerde, aczimizi idrak ederek, sadece ve sadece Allah’a dayanır ve Allah’tan yardım isteyebilirsek Nemrut gibi şımarmış düşmanlar mağlup olacak ve Cenâb-ı Hak bizleri koruyacaktır.
Mehmet Âkif’in dediği gibi;
‘’Allah’a dayan sa’ye sarıl, hikmete râm ol,
Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol.’’
Necdet İÇEL
Yorumlar
Yorum Gönder