NİÇİN ‘RİSALE-İ NUR KÜLLİYÂTI’ TABİRİ?
Bediüzzaman, yazdığı eserlerin bütününe “Risale-i Nur Külliyâtı” demeyi tercih etmiştir. İlk üç lem’anın tahliline girmeden önce Bediüzzaman’ın niçin Risâle, Nur ve Külliyât tabirlerini kullanmayı tercih ettiğini maddeler halinde izah etmeye çalışalım.
a) Niçin ‘Risâle’ Tabiri?
ı) Üstad Bedîüzzaman Hazretleri, bütün ömrünü adadığı tebliğ ve irşâd hizmetini kitapla, yâni yazılı olarak yapmıştır. Cenâb-ı Hakk’ın kendisine lütfettiği bütün ilhamlarını ve sünuhât nev’inden ihsan edilen bütün hakikatleri kayıt altına almış; “ Söz uçar, yazı kalır” fehvasınca, o muhteşem fikirlerin uçup gitmesine meydan vermemiştir. İşte kitaplarla ölümsüzleştirilen bu eserlere, “ yazılmış mektuplar” manasına gelen “risâle” ismi verilmiştir.
2) Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerinin her devrin hadiselerine ve ihtiyaçlarına müteveccih manaları vardır ki, bunlara işârî manalar denir. İşârî manalar herkesin Kur’ân’ı kendisine mâl etmesi, ciddî sahiplenmesi ve istifade edebilmesi için gerekli manâlardır.
Bu cümleden olarak Meryem Suresi, “ ... Ey Yahya! Kitaba (Tevrat’a) sımsıkı sarıl... ” (Meryem:12) meâlindeki on ikinci âyetinin işârî manâlarından birisi de asrın beyin yapıcısına bakıyor, dersek herhalde hata etmiş olmayız. Zirâ Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin bir ismi de Yahya idi. Hazreti Yahya aleyhisselâm’a “... Ey Yahya! Kitaba (Tevrat’a) sımsıkı sarıl ...” emrinin asrımızda ki izdüşümü de; Hazreti Üstad’a “ Sana ilham olunan bütün imânî hakikatlerini kitabetle cem et ve onları sımsıkı tut, tut ki, hafızalardan silinip gitmesin…” denilmekteydi.
Bu manayı ruhuna gelen ilhamlarla ortaya koyan, ebced kültürü ile mümeyyiz ve müstesna olan, -Allah rahmet etsin- Sultanhisarlı Hasan Atıf Egemen Hocadır. Hasan Atıf Hoca, “Sure-i Meryem’de geçen bu âyet, ebced hesabıyla Risâle-i Nurların te’lif tarihine parmak basmaktadır.” derdi. Ve; “Ne gariptir ki Bediüzzaman’ın bir ismi de Yahya’dır.” derdi. Bu tevafukâta bin Maşaallah, bin Bârekaallah der ve hayretini gizleyemezdi. Ve yine; “Âyette geçen ‘bikuvveh’ tabiri, Risâle-i Nur’un, kuvve-i kudsiyye ile yazıldığını ifade eder. Nurlara bakan ve dikkatlice mütalaa edenlerin, beşerî karihanın çok üstünde olduğunu ve ancak ilhamlarla bu eserlerin te’lifinin mümkün olduğunu, bunda asla mübalağa olmadığını görecek ve anlayacaktır.” derdi.
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, “ ...Üzüm salkımlarının hasiyeti, kuru çubuğunda aranmaz, aranmamalı. Ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim...”(Bediuzzaman, Said Nursi, Mektubat, s:416) sözleri de mevzuumuzla alakadar olarak, oldukça mânidardır.
3) Yazıldıkları dönem itibariyle, çok gizli olarak ve çok zor şartlar altında, tıpkı postacılar gibi o eserleri elden ele, beldeden beldeye taşıyan fedakâr talebelerin taşıdıkları bu mektuplara elbette “Mektup” manasına gelen “Risâle” denilecekti.(Abdullah Yeğin, Osmanlıca-Türkçe Lügat, ‘Risale’ Maddesi)
4) Risale, bir manasıyla risalet demektir. Risâlet ise bir elçiliktir. Elçi, alıp götürendir ve götürdüğü şey kendisinden değil de bir emanettir. Öyleyse elçilikle görevli kimse elindeki emanetleri de Kadir-i Zülcelâl’den gelen ilhâmât ve sünûhât’ı ebedileştirmekle muvazzaf bir elçi olsa gerektir. O, onlara benim malım dememiştir. O’na mal etmek isteyenleri ciddî itap etmiştir. “Lezzetli Üzüm salkımlarının hasiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim”(Bediuzzaman, Said Nursi, Mektubat, s:416) demiştir.
Bu sebeple elçisi olduğu Nurânî ve Kur’ânî hakikatlere, “Elinin taşıdığı mektup”(Abdullah Yeğin, Osmanlıca-Türkçe Lügat, ‘Risale’ Maddesi) manasında “Risâle” adını koymuştur. Çünkü Risâle, elçinin hâmil olduğu mektup veya nâme manasında da kullanılır. Veya Risâle; “ Bir kimsenin sözünü veya emrini başka birisine tebliğ etmesi ”(Abdullah Yeğin, Osmanlıca-Türkçe Lügat, ‘Risale’ Maddesi) manasında da kullanılır. ***
b) Niçin ‘Risale-i Nur’ Tabiri?
ı- Allah (cc)’ın “Nur” ismi Üstad’da ve Risâlelerinde âzam derecede tecelli ettiği için Risâle-i Nur denilmiştir. Çünkü seksen küsur yıllık ömrü hep tenvir etmekle, aydınlatmakla geçmiştir. Asırlardan beri muğlak kalan Kur’ânî hakikatler bu asrın insanının idrakine, apaydın ve nuranî bir şekilde sunulmuş ve şüphe zulümâtı bertaraf edilmiştir. Elbette ki, bu tenvirâtın santrali hükmünde olan Risâleler de Nur ismi ile tesmiye edilmeye liyakat kesbetmiştir.
2- Kur’ân-ı Mübin’de, Nur Sure-i Celilesindeki otuzbeşinci ayet olan Nur ayeti, işârî manasıyla ve ebced hesabıyla Risâlelere işaret ettiği için bu isimle müsemmâdır.
Birinci Şua da, otuzüç Ayât-ı Kur’ân’iyenin Risâle-i Nur’a, te’lif tarihlerine ve değişik yönleriyle müellifine ebcedî hesaplarıyla işaretleri anlatılır. Otuzüç ayetten birincisi olarak sure-i Nur’da ki Nur ayeti, Risâle-i Nur’un, “Resâil-in Nur, Risâle-in Nur ve Risâlet-in Nur” (Gümüşhanevî, Mecmûatü’l-Ahzâb (Evrâd-ı Şazelî), s:509-562; Bediuzzaman, Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s:101-122) namlarıyla isimlendirilmesinin pek çok sebebinden bir tanesi olarak bu Âyet-i Kerîme de Risâle-i Nur’lara işareti anlatılır.
Otuzbeşinci ayet birinci Şua da genişçe anlatılmıştır, oraya bakılabilir. Hatta otuzaltıncı ve otuzyedinci ayetlerinde, bu Nur’un neşredileceği mekanlara, evlere ve hatta bu evlerde kalanların vasıf ve amellerine kadar dikkat çekilir.
Ve işte, Nur Suresinin, Nur Âyeti Risâlelere remzettiği için, onlara “Risâle-i Nur” denmiştir.
3- Turuk-u Âliye’nin başında olan İmam-ı Ali radıyallahüanh Kaside-i Celcelûtiye’sinde, kerametvârî bir şekilde sarahat derecesinde Risâle-i Nurlardan bahsetmiştir. Hatta Risâle-i Nur’un mühim bazı eserlerinin isimlerine ve onların isimlerini koymaya kadar, pek çok yerde açıkça Risâle-i Nurlardan bahsetmiştir. Sirac-ün Nur, Ayet-el Kübra, Asa-yı Musa ... (vs) gibi Risâlelerin isimlerini Hazreti Ali Efendimiz koymuştur.(Gümüşhanevî, Mecmûatü’l-Ahzâb (Evrâd-ı Şazelî), s:509-562; Bediuzzaman, Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s:101-122) Hatta Risâle-i Nur’un esaslarını, o devrin hizmet şartlarını, o şartlar içerisinde tutulacak yolların ayrıntısına kadar Hazreti Ali Efendimiz Kaside-i Celcelutiye’sinde ifade etmişlerdir.
İşte Hazreti Ali Efendimizin Risâle-i Nurlarla yakın alakasından ve bu eserlere “Risâle-i Nur” ismini, Hazreti Ali Efendimiz verdiğinden dolayı onlara, Risâle-i Nur denmiştir.
Bu husus sekizinci Şua’da misalleri ve delilleri ile beraber genişçe anlatılmıştır. Merak edenler oraya müracaat edebilirler.(Bediuzzaman, Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, 8. Şua)
4- Sekizinci Lem’a da ifade edildiği gibi, Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın hizmetindeki kudsiyete, -kerâmetkarâne- sekizyüz küsur sene evvel “Gavs-ı A’zam” unvanıyla meşhur olan Kutb-u A’zam Şeyh-i Geylanî;
“Huzurum ânında düşünceli bir gözle, kalplere tecellî eden bir sevgiliye baktım; birdenbire o kalpler mecnûna döndüler”(Gümüşhanevî, Mecmûatü’l-Ahzâb (Evrâd-ı Şazelî), s:560-562)fıkrasıyla başlayan kasidenin ahirinde “ Mecmuat-ül Ahzab” ın birinci cildinin beşyüzaltmışikinci sayfasında, beş satırla şu zamanda Hizmeti Kur’âniyedeki hey’ete ve başında bulunan üstadına beş vecihle bakıyor ve gösteriyor. Bu Nurânî silsilenin kahramanı olan Gavs-ı A’zam’ın Risâle-i Nur’a işaretinden dolayı, o eserlere Risâle-i Nur denmiştir.(Bediuzzaman, Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s:129)
Bu husus Sikke-i Tasdik-i Gaybî Risâlesinde bulunan Sekizinci Lem’a da özenle, dikkatlice ve genişçe anlatılmıştır. Arzu edenler oraya bakabilir.
“Her tehlike ve sıkıntıda bizimle tevessül et. Ben de himmetimle sana her zaman yardım edeyim. Ben müridimi korktuğu her şeyden muhâfaza ederim, onu her kötülük ve fitneden korurum. Müridim şarkta veya garbda olduğunda, herhangi bir ülkeye gittiğinde, ben ona yardım ederim. Ey benim şiirimi okuyan, onu söyle ve korkma! Çünkü, hiç şüphesiz sen inâyet gözüyle korunmaktasın. Hâlisen, Allah için vaktin Kadîrisi ol. Sâdık muhabbetimle saîd olarak yaşarsın.”(Gümüşhanevî, Mecmûatü’l-Ahzâb (Evrâd-ı Şazelî), s:562; Bediuzzaman, Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s:129)
5- Nur, zulmetin alternatifidir; nur, zulmeti yutar. Karanlıklar ışık karşısında tutunamaz. Nur ortaya çıkınca zulümât yok olur gider. Risâle-i Nurlar Allah’ın “Nur” İsmine dayalı kuvve-i kudsiyesi ile zulümât-ı küfrü yutacaktır ve yutmaya da namzet olduğundan bu isme yani Nur ismine layıktır. Nur Suresinin otuzbeşinci Ayet-i Kerîmesinde parlayacağı anlatılan nur, aynı surenin otuzyedinci ayetinde anlatılan küfür karanlıklarını parçalayacaktır. Tevbe sure-i celilesinde otuzikinci ayette ve Saf suresi sekizinci ayette Yüce Mevlâmız, küfür karanlıklarını yok edecek bu nuru, söndürülmek istenmesine rağmen tamamlayacağını katiyetle beyan ediyor. Risale-i Nurlar da nur ünvanıyla, bu asırda ve gelecek asırlarda küfür yobazlarının kapkaranlık düşüncelerini tepetaklak edeceğinden ve Nurâni gücün önemli bir temsilcisi olacağından adı “Nur” olmuştur.
Risâle-i Nur İslâm davasını temsil ettiğinden dolayı küfür ve deccaliyet karşısında parlayacak, küfür karanlığını yutarak, İslâm Nurunun tamamlanmasına vesile olacaktır.
Diyelim ki odanın içi karanlık. Karanlığın aleyhinde konuşmama gerek yoktur. Bir ışık yaktığım zaman etraf nurlanır ve karanlık bilinmez bir meçhule gider, aydınlık tarafından yutulur. Küfür zulmetinin aleyhinde konuşmaya gerek yoktur. Risâle-i Nur’un temel prensibi de budur. Nur’u ortaya koyduğumuz zaman zulmet zaten yıkılır gider. Bizler yetmiş seneden beri hep karanlığın aleyhinde konuşmakla zamanımızı israf etmişizdir. İslâm davasını reaksiyoner hale getirmişizdir. Keşke en azından bir mum yakmasını ve onunla aydınlatmasını becerebilseydik. Hem zulmet gidecek ve hem de dünyamız aydınlanacaktı.
“Işık gelip karanlığı boğacak”(M.Fethullah Gülen, Kırık mızrab,) muktezasınca, nur, küfür zulmetini boğacak olduğundan dolayı, bu eserlere “Risâle-i Nur” denmiştir.
6-Risâle-i Nur’un müellifinin hayat çizgisinde hep nur hakim olmuştur.
Annesinin adı : Nûriye
Köyünün adı : Nurs
Şeyhlerinden : Seyyid Nur Muhammed (Bediuzzaman, Said Nursi,Tarihçe-i Hayat, s:30)
Mesleken ve Meşreben Hz.Osman Zinnureyn'e bağlı, (Bediuzzaman, Said Nursi, Şualar, s:428)
Allah’ın Nur ismine A’zam mertebede mazhar,(Bediuzzaman, Said Nursi, Lem’alar.28. lem’a, s:277; Asâ-yı Musa: s:89,90,91,93,1772,46)
Eserlerinin adı da Risale-i Nur’ dur.
Mesleken ve meşreben bağlı olduğu kaynak: Osman-ı Zinnûreyndir.
(Özellikle Yeni Said dönemi itibariyle üçüncü raşid halife Hz.Osman radıyallahüanh’ a benzeyen bir mizaca sahiptir.) Çünkü Üstad tam toprak gibi tevazu-u mutlak içerisindedir.(Bediuzzaman, Said Nursi, Kastamonu Lahikası, s:18) Çok şefkâtli ve çok merhametlidir. Meslek ve meşrebinin özü şefkattir. Hazreti Osman radıyallahüanh’da kendisini şehit etmek için gelenlere bile el kaldırmayacak kadar çok şefkâtli ve çok merhametlidir.
Mezkûr sebeplerden dolayı nur çizgisinin son halkası ve belki de tabir-i caizse nur tesbihinin imamesi Risale-i Nur olduğundan, onlara “ Risâle-i Nur” denmiştir.
7- Yukarıda çağın insanının Osman-ı Zinnureyn’e bağlı olduğunu zikrettik. Osman-ı Zinnureyn’e, Zinnureyn denmesi, Efendimizin iki nur kızıyla evlenmiş olmasıdır. İki nura sahip ve iki nurla Efendimize bağlı oluşundan, ona Zinnureyn denmiştir.
Essen Bediüzzaman Hazretleri de Zinnûreyndir. Hem Hasanî ve hem de Hüseynîdir. Anne tarafından Hazreti Hüseyin radıyallahüanh, baba tarafından da Hazreti Hasan radıyallahüanh ile, mübârek soyu Peygamberimiz aleyhisselâma dayanmaktadır. Dolayısıyla hem seyyiddir, hem de şeriftir. Bu iki nur kanalı ile Efendimiz aleyhisselâma bağlı olduğu için Zinnureyndir.(Selahaddin Şahiner, Son Şahitler, c:3, s:201, c:1, s:240)
8- Said-i Nursî Hazretleri, selef-i salihinden bu yana mücerred olarak kalan, tam anlamı ile izah edilemeyen ve sadece imânî bir teslimiyetle tasdik edilen çok ince İslâmî meseleleri nurâni temsillerle çok vazıh ve müşahhas olarak anlatmış, ispat etmiş ve tereddütleri Allah’ın inayetiyle izale etmiş olduğundan eserleri Risale-i Nur adıyla yâd edilmiştir.
Bu hususta “Ezher” Ulemasının îtirafları vardır. (Bediuzzaman, Said Nursi, Şualar, s:428) Allah'ın Zatı ve sair iman rükünleri ile alakalı nice nice mücerret hakikatler vardır ki, asrımızın akılcı insanlarına anlatılması gerekir. İşte Bediüzzaman Hazretleri, güneş ve nur misalleri ile en derin mücerret hakikatleri, müşahhas hale getirmiş, asrın idrakine sunmuştur. Özellikle onaltıncı söz ve otuzbirinci sözlere bakan kimseler bu iddiaya hak vereceklerdir. Bunda asla bir mübalağa söz konusu değildir.
9- Kur’ân-ı Kerîm’e göre Nur, imândır; zulmet de küfürdür.(Bakara:257) Risâle-i Nurlar ağırlıklı bir şekilde Erkan-ı İmâniyeyi ele aldığından onlara, Risâle-i İman manasında Risâle-i Nur denmiştir.
***
c)Niçin ‘Risale-i Nur Külliyatı’ Tabiri?
ı- Erkan-ı imaniyeyi bütün mehasini ve derecâtı ile içinde barındırmasıyla, bu noktada bir kompleks teşkil eden Risâle-i Nurlara “Külliyat” denilmiştir. Kompleks bir yapıya sahip olan külliye şeklindeki binalar, nasıl ki bölüm-bölüm, birim-birim, ayrılıyor ve aynı anda birçok ihtiyaca cevap verebiliyorsa, Risâle-i Nurlar da Erkan-ı İmaniyeyi her seviyeden insanın fehmine ve idrakine sunduğu ve her mesele-i imaniyeyi bölüm-bölüm ele alıp işlediğinden dolayı bir külliye mesabesindedir. Onun için Külliyat denilmiştir.
2- İslâm’ın ibadet ve muamelat yönü yanında bir de dava yönü vardır. İslam dini, bu üç temel esas çerçevesinde örgülenmiştir. Kur’ân-ı Mü’ciz’ül- Beyan da, dinimizin bu üç yönünü müteaddid ayetleriyle nazara vermiştir. Kur’ânî bir yol takip eden Nur eserleri, İslam’ın şuur yönünün ve bir de metod ve esaslarını da içine almasıyla “Külliyat” tır. Tabir-i diğerle bir davanın bayraktarlığını yapan dev eserlerdir. Hem metotlar vaz’eder ve hem de şuurlandırma ameliyesini îfâ eder. İman, İslam ve dava bütünlüğünü ifade etmesi yönüyle de külliyattır.
Din-i Mübinin iman, Salih amel ve dava cephesini en hülasa şekilde ifade eden Asr Suresi Kur’ân’ın hülasası, Risale-i Nurlar da Asr Suresinin tam bir tefsiridir.
3- Bediüzzaman, seksen küsür senelik hayatında yalnızca Kur’ân'a “tevhide-i kıble” (Bediuzzaman, Said Nursi, Mektubat, s:356 (28. Mektub. 3.Risalenin 3. Meselesini 3. Noktası) olarak bağlandığından ve o yüce kitabı kendisine yegane üstadı kabul ettiğinden, telif ettiği eserler de Kur’ân’dan alınan ilhamlarla kaleme alınmıştır. Kur’ân’dan tereşşuh eden hakikatler olan ve sünühat-ı Kur’âniye kabilinden kaleme alınan bu külli eserler, Kur’ân’a, onun nüzul keyfiyeti, katiplerce kaleme alınış şekli gibi benzeri pek çok noktada mücella bir ayna hüviyetindedir. Kur’ân’dan mülhem bu nurani eserlere külliyeti noktasında Külliyat denmesinden daha doğal ne olabilir?
4- Risale-i Nur, kendisinden sonraki bütün zamanları ve İslâmî hayatın gelişme dönemlerini, min’el-bab ile’l-mihrab yani tabandan tavana kadar kucaklayabilecek anilmerkez bir güce sahiptir. Sadece yazıldığı dönemlerin ihtiyacına hitap etmekle kalmaz, kıyamete kadar okundukça istifade edilecek, istifade edildikçe tenvir etmeye devam edecek, tenvir ettikçe anilmerkez gücü artacak küllî bir eserdir. Evet o, bir külliyattır.
5- a-Cemiyet hayatında ihmal ettiği hiçbir tabaka olmadığı için külliyat denmiştir. Her sınıf insan ondan hissesini alabilir ve “işte ben de burada varım” diyebilir.
Gençlik Rehberi ile gençlere...,
Çocuk Taziye nâmesi ile ciğerpâresini kaybetmiş ebeveynlere...,
İhtiyarlar Risalesi ile ihtiyarlara...
Hanımlar Risalesi ile hanımlara...,
Ayrıca; mahpuslara...,
hastalara...,
yeisle malûl günah zedelere...,
kardeşlere...,
ehl-i tariklere ve mutasavvifîne...,
ehl-i siyasete...,
unsuriyetperverlere...,
yönetici ve idarecilere...,
bînamaz ve ibadetsizlere ...,
imansızlara...,
ehl-i imana...,
ehl-i takvaya...,
hamallara...,
şark ve garb aşiretlerine...,
meclis-i mebusana...,
askerlere....,
ehl-i mektep tayfasına..., velhasıl bir cemiyette bulunabilecek her seviyeden ve her gruptan insana hitap ederek, ihtiyaçlarını teşhis edip, yaralarına merhem olmuştur. Cemiyetin tamamını kucakladığı için Külliyat olmuştur.
b-Türk toplumunun gerçeklerini, tabir-i diğerle realitelerini, müspete kanalize etmiş ve etmeyi tavsiye etmiştir.
Özellikle Tanzimat’tan sonra İslam dünyasına ve ülkemize gelen bir kısım cereyanları, beşeri realite olarak kabul etmiş, onlara karşı gelerek yıkılıp gitmektense, içlerinde bulunup, onları müsbete kanalize etmeyi yeğlemiş, cemiyetin içinde ne kadar müessese varsa hepsinin içinde bulunmuş, onları müsbet taraflarıyla ele alarak insanlığın ve milletimizin menfaatine kanalize etmeye bütün gücüyle çalışmıştır.Böylece cemiyetin bütün gerçeklerini ve insanlarını kucaklaması itibariyle o eserlere Külliyat denilmiştir.
-Rusya’ya esir düştüğünde esareti yaşamış ve o esir insanların ruh haletini okuyarak, kavgasız-gürültüsüz yüz’e yakın insanı kardeş haline getirmiştir.
- Hapishanelerde yaşayanların ruh dünyasını bilen ve muacelesiyle mahpusları problemsiz insanlar haline getiren Üstad’dır. Adeta onları melekleştirmiştir.
- Yeşilay’ın kuruluşunda öncülük etmiş, bu tür organizeleri teşvik etmiştir.
- Darul-Hikmet’il-İslamiye azalığı yapmış. Eğitimin içinde aktif rol üstlenmiştir.Dînî fetvalara önem vermiştir.
- Cumhuriyetin kurulmasında “ ben de cumhuriyetçiyim” demiştir.
- Otuzbir Mart’ta Selanik’ten gelen, isyan eden Hareket ordusunun karşısına çıkmış ve bir nutukla onları itâata getirmiştir. Ordu ile bağlarını sağlamlaştırmıştır. Birinci Cihan Harbinde gönüllü alay kumandanlığı yaptığı için askerliği ve askeriyeyi bilen insandır.
- Şarkta bir üniversitenin te’sisine çalışmıştır.
- Şam’da irad ettiği hutbesi ile Arap ve Türk dünyasının kardeşliklerini te’sis etmeye ve intibahlarına vesile olmaya çalışmıştır. Bu hutbesiyle Arap ve Türk dünyasını kucaklamıştır.
- Eski Said döneminde sinemaya ve tiyatroya giderek ibret almış, meclise girip gaflete dalan vekilleri uyarmış, Balkan Harbi döneminde Kürt aşiretler arasında dolaşıp onların meseleleri ile ilgilenmiş, İstanbul’da esaret sonrası ulemâ ile ilmî sohbet ve münazaralara girmiş......kısaca yaşadığı süre içinde bütün bir cemiyeti topyekün kucaklamaya çalışan ve dev gibi sorunlara çok ciddî çözümler teklif ve tavsiye eden Bediüzzaman’ın yazmış olduğu Nur Risâleleri de aynı minval üzere bütün parçaları kucaklayan bir külldür, külliyattır. Şark’ı da garb’ı da çok iyi bilen bu zât, küllî düsturlar ortaya koymuştur.
6- Hazreti Muhammed aleyhisselâma nasıl ki, bütün peygamberlerin ve şeriatlarının hülasasıdır ki, Efendimizin bir adının da Mustafa olması bu hikmete mebnidir. Bediüzzaman da, kendinden önceki bütün evliyâullah ve müceddidin-i kiramın hasiyetlerini bünyesinde cem’ eden, hülâsa eden bir şahsiyettir. Bu görüş bir iddia olmaktan ziyade aslında Cenâb-ı Hakkın metafizik alemde koymuş olduğu bir kanundur, bir realitedir. Bir kısım insanlar bu görüşü, indî ve sübjektif bulsalar bile, Risâle-i Nur Külliyatı toptan ele alınıp objektif bir nazarla incelendiğinde bunun böyle olduğunu görülecektir.
Böylece Risâle-i Nur Külliyatı selef-i salihinin bütün meziyetlerini, güzelliklerini kendi zatında cem’ etmiş olması itibariyle Külliyâttır.
7- Ulûm-u Âliye dediğimiz, hem tefsir, hem hadis, hem kelâm, hem tasavvuf ve hem de akaidi cem’ etmiş eserlerdir Risaleler. Bu ilimlere ait usuller ve ilgilendikleri konular Nurlarda en tatmin edici izah şekilleriyle tavzih edilmiş ve fevkalâde bir kompleks ortaya çıkmıştır. Fikhî konular, detaylara girilmemekle beraber, tartışmalı ve aciliyeti olan yönleriyle izah edilmiştir. Ahmet Özer Bey’in “Risâle-i Nur’dan Fıkhi Tespitler” kitabına müracaat edilebilir.
8- Resûl-i Ekrem aleyhisselâmın, bir, nübüvvet-risâlet, bir de abdiyet-velâyet yönü vardır. Arkasından gelen Ümmet-i Muhammed bütünüyle O’nun varisi olamazdı. Nübüvvetin varisi alimler, velayetinin varisi de evliyaullah oldu. Osmanlı’da Medreseler ve Tekke-Zaviyeler bu iki dalın tezahürü olmuştur. Osmanlıyı Osmanlı yapan da, yıkan da bu temel müesseseler olmuştur.
Medrese ve Tekke-Zaviye sütunları yıkılınca Osmanlı da yıkılıp gitmiştir. Altıyüzyirmidört yıl ayakta kalabilmesi ise, bu iki mühim sütun ile olmuştur. Bir yandan medreselerin kokuşması ve kendisinden beklenen fonksiyonu eda edememesi, öte yandan Tekke-Zaviyelerin eski ruh ve heyecanını, dinamizmini kaybetmesi, yıkılışı ve tükenişi beraberinde getirdi. İlim adamı ve gönül adamı yetişmez olunca, Devlet-i Âliye maddî ve manevî yıkılmanın eşiğine geldi.
İşte Bediüzzaman merhum bu iki sütunun yıkılışı hengâmında, onları yeniden ikame etme ve ayağa kaldırma telaş ve heyecanı ile yaşadı. Ortaya konulan Nur Risaleleri bu iki sütunun tamir ve restoresine yönelik reçetelerle arz-ı didar etti. Evrad-ı Ezkârı, cevşeni, imânî tefekkürü ile tekke ve zaviyelerin tasavvufu ve ruhiyatını, ulûm-u âliye ile de medresenin ilmini cem’ eden Risale-i Nurlar bir külliyât olmuştur. Bu yönüyle de onun külliyât olduğunda onu okuyan, istifade ve istifaza eden milyonlarca insan ittifak etmişlerdir.
Yeniden bir milleti ayağa kaldıran muhteşem iki sütunu yani Medresedeki Aklî ilimleri ile Tekke ve Zaviyenin Kalbî hayatını zatında toplaması itibariyle ona Külliyat denmiştir.
9- Risale-i Nur Külliyatının, hakkı verilecek tefekkürî bir nazarla ve amel hedefli bir niyetle okunduğu takdirde, insana kazandırdıkları bir fakültenin kazandırdıklarından az değildir. Bir tıp fakültesi altı-yedi senede bitiyor, fakat doktorluk adına öğrenecekleri ömür boyu sürüyor. Nurlar da yüzde seksenler- doksanlar seviyesinde anlaşılıp hayata tatbik edilebilmesi için en az o kadar bir çalışmaya, egzersize ve temrinata ihtiyaç duyar. Bir okumakla okudum, bitirdim denilebilecek kadar basit ve kısır bir eser değildir. Müteaddid defalar okuduğu halde son okuyuşunda anladıklarını daha önceki hiçbir okuyuşunda anlamadığını söyleyen insanların sayısı az değildir. Demek ki, Nurlar bir fakülte gibi, bir külliye gibi yıllarca okunup, mütalâa edilmeye devam edilecektir.
ı0- Bir bütünün tamamına vakıf olmadan, onun cüzlerine vakıf olmak da zordur. Bu açıdan, bir müfessirin Kur’ân-ı Kerîm’in bir ayetinden anladığı bir mana, başka bir ayetin manasına zıt olmamalıdır. Aynı zamanda sünnete, hadis-i şeriflere, sarf ve nahiv ilmine ve diğer ilimlere de ters olmamalı ki, o manâ Murad-ı İlâhiyeye muvafık olabilsin. Bu sebeple Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsiri ve sünnetin sünnetle yorumu ve şerhi çok önemli bir usûldür.
Aynı usûl Risâle-i Nurlarda da geçerlidir. Dolayısıyla Nurların kendi içinde birbirini açıklayan mevzularını iyi bilmek lâzımdır. Meselâ, Üstad bir dönemde bütün gücü ile “Eûzü billâhi mine’ş-Şeytâni ve’s-Siyaseh”(Bediuzzaman, Said Nursi, Mektubat, 22. Mektub) derken başka bir dönemde siyasetle ilgilenmiş, Demokrat partiye oy vermiş ve partilerle ilgili görüş beyan etmiştir. İşte bu eserlerin tamamını okuyup anlamayan, Bediüzzaman Hazretlerinin hayatını ve hedeflerini de tamamen okuyup incelemeyen bir kimse bu ve buna benzer zıtlıkları te’lif edemeyecek, illetleri ve maslahatları birbirinden tefrik edemeyecektir.
Bu yönüyle de bakılınca Risale-i Nur, zıtlıkları cem eden, birbirine tezat gibi görünen imânî meseleleri ve içtihâdî uygulamaları te’lif eden bir küllîyat hüviyetindedir. Bu sebeple ona Risale-i Nur Külliyatı denilmesi müstahaktır.
***
Necdet İÇEL
Yorumlar
Yorum Gönder