Ana içeriğe atla

        YÛNUS ALEYHİSSELÂMIN MU’CİZELERİ

Yunus aleyhisselâm, Ya’kub aleyhisselamın oğlu ve Hz.Yusuf aleyhisselamın anne bir kardeşi Bünyaminin kızı olan Metta’nın oğludur.      
Matta, Yûnus aleyhiselâmın annesi idi. Peygamberlerden, Yûnus b. Matta ile İsâ b. Meryem aleyhimesselâmlardan başka hiç biri, annesine nisbetle anılmamıştır.
Hazreti Allah, Kur’ân-ı Kerîminde, onu “Zünnûn = Balık sahibi”(Enbiya:87) diyerek anar.  Yûnus Aleyhisselâm; Musul’un Ninovâ şehri halkındandı.(İbn Sa´d-Tabakat, c:1, s:55; İbn Esîr, Kâmil, c:1, s:360)
Hz. Yûnus, tarihte balık tarafından yutulmuş ve sonra sağ salim olarak kurtulmuş olan bir peygamber olarak şöhret bulmuştur. Rivâyetlere göre, otuz yaşındayken peygamber seçilen Hz. Yûnus,  Musul’un Ninova şehrinde oturuyordu. Diğer peygamberler gibi, kavmini putlardan uzak tutmaya gayret etti. Fakat otuz yıl boyunca çalışmasına rağmen, nüfusu yüz bini aşan,(Sâffât:139-144)  şehirde,sadece iki kişi ona inandı.
Diğerleriyse, 0’na ‘’yalancı’’ diyerek putlara tapmaya devam ettiler. Yûnus Peygamber, bu inatta ısrar eden kavmin başına gelecek azabın korkusundan -Allah’tan izin almadan- Ninova’dan ayrıldı ve balığa yem edilerek cezalandırıldı. Yaptığı samimi bir münacat sonucu, sonsuz merhamet sahibi Rabbi tarafından kurtarılıp sahil-i selâmete çıkarıldı.
‘’Yunus da, peygamber olarak gönderilenler arasındaydı. Hani o, yolcu dolu bir gemiye kaçmıştı. Sonra ku’a çektiler ve Yunus kaybetti. Bu arada kendisini kınayıp durmaktayken, onu bir balık yuttu. Rabbini tesbih edenlerden (O’nu anıp af dileyenlerden olmasaydı, insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar, o balığın karnından kalacaktı.’ (Sâffât:139-144)

YUNUS KELİMESİNİN MANASI VE İSMİYLE MÜSEMMA OLMASI

Ehl-i Kitabın bir kısmı Yûnus’u ‘Yunan’, bazıları da ‘Yune’ olarak adlandırılmıştır. İslam âlimlerinden bazıları da onu ‘Yunis’ şeklinde okumuştur. Bu âlimlere göre ‘Yûnus’ kelimesi yabancı kökenli de olsa, Kur’ân’daki şekli itibariyle Arapça’daki ‘Anese’ fiilinden türemiş, muzari fiil kalıbında bir isim olarak kabul edilebilir.(Alusî, Rûhu’l-meânî, Saffat suresinin 139. âyetinin tefsiri)
Gerek yabancı kökeni itibariyle ‘Yunan’ olsun, gerek bir kısım İslâm kaynaklarındaki şekliyle ‘İns’ kökünden gelmiş olsun, ortak anlamı ‘insan’ demektir. Bu anlamı onun şu hallerinde görmek mümkündür:
1. Allah’a isyan eden kavminin başına üç gün içerisinde büyük bir musibetin geleceğini öğrenince, Allah’tan izin almadan görev mahalleni terk etmiştir. Bu hali, onun bir peygamber olarak gösterdiği tepkinin bir sonucudur. İnsanlık duyguları, nübüvvet duygularına ağır gelmiş ve o da korkusundan kaçıvermiştir. Bu olay Kur’ân’da şöyle tasvir edilmiştir.
“Zünnûn’u da an. Hani o halkına kızmış, onları bırakıp gitmiş, Bizim kendisini sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Sonra karanlıklara içerisinde şöyle yakarmıştı: ‘ Yâ Rabbi! Senden başka İlâh yoktur. Bütün noksanlardan münezzehsin. Hiç kuşkusuz ben zâlimlerden oldum.”(Sâffât:147)
Bu hadise, O’nun, o fıtrî haletini ve ismiyle müsemma olduğunu gösterir.
2.  İsminin anlamı olan insan kelimesi, Yûnus’un karnına düştüğü balıkla yaptığı arkadaşlık olgusuna da uygundur.
Çünkü insan ünsiyetten gelir, başkasıyla uzlaşan, uyuşan, arkadaş ve yoldaş olan manasına gelir. Balıkla olan macerasının anlatıldığı yukarıdaki âyette Yûnus yerine Zünnûn unvanıyla anılması dikkate değerdir. Çünkü bu kelime ‘’balığın arkadaşı, yoldaşı’’ manasına gelir.
3.Ayrıca balığın karnını bir mescit gibi düşünüp Rabb’ine yakarıp yalvarması ve bu samimi münâcâtının sonucunda Allah tarafından söz konusu balığın yırtıcılığı bırakıp, onunla ünsiyet etmesi, onun için bir denizaltı hükmüne geçip kendisini sahil-i selâmete çıkarması da ünsiyet atmosferini anlatan bir mu’cizedir. (Niyazi Beki, Kur’an’daki isimlerin esrarı, s:118)

YÛNUS ALEYHİSSELÂMIN PEYGAMBER OLUŞU,  BAZI FAZÎLET VE MU’CİZELERİ

Yûnus aleyhisselâm; İlâhî Vahy´e mazhar olan,(Nisa: 163) âlemlerin üstünde, yüksek meziyetler verilen (En´am: 86) Peygamberlerdendi.
Yüce Allah; Yûnus aleyhisselâmı, İlyas aleyhisselâmdan sonra, Peygamber olarak göndermişti. O zaman, kendisi, otuz yaşlarında idi.(Sâffât: 139)
Yûnus aleyhisselâm in kavmi, putlara taparlardı. Yüce Allah; onları, putlara tapmaktan, küfürden nehy ve bu husustaki küfürlerinden dolayı Allah´a tevbe etmelerini ve Allah´ın Birliğine inanmalarını, emretmek üzere, göndermişti.
Yûnus aleyhisselâm; otuz üç yıl, kavmini, Allah´a iman ve ibadete davet ettiği halde, kendisine, iki kişiden başka iman eden olmadı. İman edenlerden birisi İlim ve hikmet sahibi Rubil, diğeri de, âbid ve zâhid Tenuh idi.
Ninovâ halkı, Yûnus aleyhisselâmı, yalanladılar, küfürlerinde direndiler.
Yûnus aleyhisselâm:  "Ey Rabb´im! Sen, beni, Kitabını inkâr ve Peygamberlerini tekzib eden bir kavme ne diye gönderdin?" dedi.
Yüce Allah: "Ey Yûnus! Sen, benim, tevbe edeceklerin tevbelerini kabul edeceğimi, kıskanır gibisin! Yoksa sen, benim kalbleri doğrultup tevbeleri kabul edeceğimi ve kalbleri saptırıp mühürleyeceğimi bilmiyormusun!" buyurdu.
Yûnus aleyhisselâm; halkın, kâfirce tutum ve davranışlarına daha fazla dayanamayarak, dağa çıkar, gider, orada, kendisini, ibâdete verirdi. Yûnus aleyhisselâm, kavminin imana gelmesinden ümidini kesince, onlar aleyhinde dua etti.
Kendisine: "Kavmin, kullarım aleyhinde dua etmekte acele etme. Onların yanına dön de, kendilerini, kırk gece, kırk gün, imâna davet et Eğer, davetini, kabul ederlerse, ne âlâ! Aksi takdirde, üzerlerine azab göndereceğim!" buyuruldu.
Bunun üzerine, Yûnus aleyhisselâm, geri dönüp onları, otuz yedi gece, otuz yedi gün daha, Allah´a iman ve ibadete davet etti ise de, kabul etmediler.
Yûnus aleyhisselâm, ayağa kalkıp onlara: "Eğer, iman etmezseniz, üç güne kadar, muhakkak, size, azab gelecektir." diyerek ihtar ve inzarda bulundu. "Bunun alâmeti de, renklerinizin değişmesidir!" dedi. Sabaha çıktıkları zaman, benizlerinin rengi değişmişti.
Birbirlerine: "Yûnüs´ün haber verdiği şey, başınıza gelip çattı. Zâten, biz, onda, hiç bir yalana rastlamadık ki!
Bakınız: eğer, o, geceyi, aranızda geçirirse, azabdan, selâmet ve emniyettesiniz demektir. (Eğer, içinizden çıkar, gider de) aranızda gecelemezse, iyi biliniz ki: azab, sizi, erkenden yakalayacaktır!" dediler.
Kırkıncı gece gelip te, halkın, benizlerinin değişmiş olduğunu görünce, Yûnus aleyhisselâm, onlara, azabın gelip çattığına kanâat getirerek içlerinden çıkıp gitti.
Ninevâ halkı, sabaha çıktıkları zaman, başlarının üzerinde simsiyah dumanlar çıkaran azab bulutunun kendilerini bürüdüğünü ve bütün şehri kaplayıp evlerin üzerlerini kararttığını gördüler. Helâk ve azabla karşılaştıklarını anladılar.
Peygamberleri Yûnus aleyhisselâmı, aradılarsa da, bulamadılar. Yüce Allah, onların kalblerinde, tevbe etme ve Allah´a yönelme arzusu uyandırdı.
Cebrâil aleyhisselâm, Yûnus aleyhisselamın yanına varıp: "Ninovâ halkına, git! Tevbe etmezlerse, kendilerine, azabın hazırlanmış olduğunu ihtar et!" dedi.
Yûnus aleyhisselâm: "Binecek bir hayvan bulayım da, gideyim!" dedi.
Cebrâil aleyhisselâm: "Senin gitme işin, o hayvan bulma işinden daha aceledir!" dedi.
Yûnus aleyhisselâm: "Bari ayağıma giyecek bir ayakkabı bulayım da, gideyim!" dedi.
Cebrâil aleyhisselâm: "Senin gitme işin, ayağına ayakkabı bulma işinden daha aceledir!" dedi.
Bunun üzerine, Yûnus aleyhisselâm, kızdı, başka tarafa çekip gitti. Helâk olacaklarını anlayan Ninovâ halkı, ilim adamlarının yaşlılarından sağ kalan bir zât’ın yanına vardılar. Ona:
"Biz, şu gördüğün azaba uğramış bulunuyoruz. Bundan, kurtulmak için, ne yapalım?" diye sordular.
O zât: "Allah´a iman ve günahlarınızdan dolayı da, tevbe ediniz ve:
"Ey dâima Diri olan! Ey kendi Zâtı ile kaim olan ve bütün varlıkları, ayakta tutan!  Ey hiç bir canlı bulunmadığı zaman, Diri olan! Ey ölüleri dirilten Diri! Ey Senden başka İlâh bulunmayan Diri!" diyerek münâcatta bulununuz!" dedi.(İbn Kuteybe, Maârif, s:24; Sâlebî, Arais,  s:407-408; Taberi, Tarih,  c:2, s:42; Ebülfida, Nihaye,  c:1, s:232; Deylemî, Firdevs,  c:1, s:224; İbn.Esîr, Kâmil, c:1, s:36O; Ebülferec İbn Cevzî, Tabsıra,  c:1, s:527)
Bunun üzerine, kaba elbiseler, giydiler, kadın erkek, çoluk çocuk, bütün şehir halkı, hayvanları ile birlikte, geniş ve yüksekçe bir yere çıktılar. İnsanlardan, hayvanlardan, her ana ile yavrusunun arasını ayırdılar. Başlarına, toz toprak saçtılar.
Niyetlerini, hâlis kıldılar. İmanlarını, açıkladılar. Günahlarından dolayı Allah´a tevbe ettiler. Seslerini, yükselterek Allah´a yalvarmağa başladılar: "Yûnus’un getirdiklerine, iman ettik!" dediler.
İnsanların ve hayvanların sesleri, iniltileri, birbirine karıştı.  Erkek, kadın, oğlan, kız, hepsi ağlaştılar.  Kırk gece Allah’a yalvardılar. Aralarındaki her türlü haksızlıklara son verdiler. O derecede ki, onlardan, her hangi biri, başkasına âid bir tası, binasının temeline koymuşsa, onu, bile, yerinden söküp sahibine iade etti. Nihâyet, Yüce Allah, onlara acıyıp dualarını ve tevbelerini kabul etti. Üzerlerine çöken azabı kaldırdı.
Yûnus aleyhisselâm, kavminin içinden çıkıp gittikten sonra, onların azaba uğramaları, helâk olmaları haberini bekliyordu.
Karşılaştığı bir adama: "Kariyeliler, ne yapıyor?" diye sordu.
Adam: "Peygamberleri, içlerinden çıkıp gittikten sonra, onun, başlarına gelecek azab hakkındaki sözünün doğruluğuna kanâat getirerek kariyelerinden yüksek bir yere çıktılar.
Her anayı, çocuğundan, ayırdılar. Yüksek sesle Allah´a yalvarıp yakardılar, günahlarından tevbe ettiler. Tevbeleri kabul olunup azabları geri bırakıldı." dedi.
Yûnus aleyhisselâm: "Vallâhi, ben, hiç bir zaman, onların yanına, bir yalancı durumuna düşmüş olarak dönmem!
"Ben, kavmime va’d ettiğim şeye muhalefet etmiş bir durumda iken, onlar, beni, bir yalancı olarak bulmuşlarken, onların yanına nasıl dönerim?  Ben, onlara filan gün, azaba uğrayacaklarını haber vermiştim!" diyerek kızgın bir halde yüzünün doğrusuna çekip gitti.
Bir gemiye bindi. Kendisinden, ücret almadılar. Yûnus Aleyhisselâm, gemiye binince, gemi, sağa sola yalpa yapıyor. Fakat ne ileriye, ne de geriye gidebiliyordu. Gemi halkı, şiddetli bir fırtınaya tutulmuşlardı.
"Bu, sizden birinizin günahı yüzündendir! Her halde, gemide, Efendisinden kaçmış bir köle var. Gemide, kaçak köle olunca, gemi, yürümez." dediler. Yûnus aleyhisselâm, anlamıştı ki, günah sahibi, kendisidir.
"Geminize, ne oluyor da, yürümüyor?" diye sordu. "Bilmiyoruz!" dediler.
Yûnus aleyhisselâm: "Fakat ben, biliyorum ki: onun içinde, Rabb’inden kaçan bir kul vardır! Vallâhi, siz, onu, denize atmadıkça, gemi, hareket edemez. Bu, benim kusurum yüzündendir. Siz, beni, denize atınız!" dedi.
Yûnus aleyhisselâmı, denize atmaktan kaçındılar ve: "Vallâhi, ey Allah’ın Peygamberi! Biz, Seni, denize atmayız!" dediler.
Yûnus aleyhisselâm: "Öyle ise, kur’a, çekiniz! Kur’ada ismi çıkanı, denize atınız!" dedi.
Bunun üzerine, aralarında kur’a çektiler. Kur’a, Yûnus aleyhiselâma çıktı.
Yûnus aleyhisselâm: "Ben, size, bu işin, muhakkak, benim kusurumdan ileri geldiğini, haber vermiştim!" dedi. Fakat onu, yine, denize atmaktan kaçındılar. İkinci kez kur’a çektiler. Kur’a, yine, Yûnus aleyhisselâma çıktı.
Yûnus aleyhisselâm: "Ben, size, bu işin, muhakkak, benim günahımdan ileri geldiğini, haber vermiştim!" dedi. Fakat yine, onu, denize atmaktan kaçınarak üçüncü kez kur’aya başvurdular. Kur’a, yine, Yûnus aleyhisselâma çıktı.
Yûnus aleyhisselâm, bunu, görünce, geceleyin, hemen kendisini, denize attı.
Yüce Allah; Yûnus aleyhisselâmı, balığın karnında hapsetmek istediği zaman, balığa: Onu, tutup yutmasını, Fakat onun etini, yaralamamasını, kemiklerini, kırmamasını, ilham etmişti.
Balık, geminin yanına gelip kuyruğunu, sallamaya başladı.  Ona: "Ey balık! Biz, sana, Yûnusu, bir rızık yapmadık! Seni, (senin karnını) ancak, ona, bir koruma ve secde yeri, kıldık!" diye seslenildi.
Balık; Yûnus aleyhisselâmı, yutup denizin dibindeki meskenine kadar indirdi. Denizin dibine ulaştığı zaman, Yûnus aleyhisselâm, bir ses duydu. Kendi kendine: "Nedir bu ses acaba!" dedi.
Yüce Allah, ona: "Bu, deniz hayvanlarının tesbihlerinin sesidir!" diye vahyetti.
Bunun üzerine, Yûnus aleyhisselâm da, balığın karnında; karanlıklar içinde: "...Senden başka hiç bir İlâh yoktur. Seni, tenzih ederim. Gerçekten, ben, haksızlık edenlerden oldum"(Enbiyâ: 87) diyerek tesbih ve niyaza koyuldu.
Melekler; Yûnus aleyhisselâmın tesbihini işittikleri zaman: "Ey Rabbimiz! Biz, uzak bir yerden, zayıf bir ses işitiyoruz!" dediler.
Yüce Allah: "Siz, bu sesin sahibini tanımadınız mı?" diye sordu. Melekler: "Yâ Rab! Kim o?" dediler.
Yüce Allah: "Bu, kabul olunan amel ve duaları yükseltilegelen kulum Yûnus’un sesidir. Bana, âsi oldu da, kendisini, denizin içinde, balığın karnında hapsettim!" buyurdu.
Melekler: "Her gün, her gece, kendisinin, sâlih amelleri sana yükseltilmekte olan sâlih kul ha?" dediler.
Yüce Allah: "Evet!" buyurdu. Bunun üzerine, Melekler, onun için, şefâatta bulundular. Yûnus aleyhisselâm, balığın karnında kendisinin öldüğünü zannetmişti. Ayaklarını, kımıldattı. Ayakları, kımıldayınca, ölmediğini, anladı ve hemen (imâ ile) secde etti ve:
"Yâ Rab! Hiç kimsenin secde etmediği yeri, ben, Senin için, Mescid edindim!" dedi.
Rivâyetlere göre: Yûnus aleyhisselâm, balığın karnında üç gün veya yedi gün, ya da, kırk gün kalmıştır.
Balık; Yûnus aleyhisselâmı, Übülle’ye, Übülle’den sonra, Dicle’ye, Dicleden sonra da, Ninovâ’ya kadar karnında götürüp(Sâlebî, Arais,  s:408-410; Ebülferec, ibn Cevzî, Tabsıra, c:1, s:327; Ebülfida, Elbidaye vennihaye,  c:1, s:232, Taberî, Tefsir,  c:11, s:171; Taberî, Tarih,  c:2, s:44-45; A. Aliyyülmüttaki, Kenzü’l-Ummal,  c:12, s:477) kendisini, hasta bir halde, deniz sahiline bıraktı.
Yûnus aleyhisselâmın vücudunun etleri ve kemikleri gevşemişti. Kendisi, yeni doğmuş bir çocuk gibi hareketsizdi. Bununla beraber, vücûdunda hiç bir eksiklik yoktu.
Yüce Allah; açık bir yerde yatan Yûnus aleyhisselâmın üzerini, bacağı olmayan cinsden bir nebat, kabak bitirip onun geniş yaprakları ile gölgeledi ve kendisine güç kuvvet gelinceye kadar da, ondan süt damlattı.
Yûnus aleyhisselâm, bir gün, kabak bitkisinin yanına döndüğü zaman, onu, kurumuş bulunca, üzülmüş ve ağlamıştı: "Sen, bir bitki hakkında üzüldün ve ağladın da. Yüz bin ve daha ziyâde olan Ninovâ halkının toptan helaklerini istemiştin ve hiç üzülmemiştin!" denilerek kınandı.
Yüce Allah; Yûnus aleyhisselâm için, Yabanî bir dağ keçisi de, hazırlamıştı. Keçi, ot ve yaprak yeyip sabah akşam gelir, bacaklarını, Yûnus aleyhisselâmın üzerine ayırarak memesinden ona, süt içirirdi.
Yûnus aleyhisselâm, iyileşinceye kadar keçi, böyle yapmağa devam etti. Yûnus aleyhisselâm, gâh kabaktan damlayan sütle, gâh yaban keçisinin sütü ile beslendi. Yüce Allah; bundan sonra, Yûnus aleyhisselâma, kavminin yanına gidip tevbelerini, Allah´ın kabul ettiğini, kendilerine haber vermesini emretti. Yûnus aleyhisselâm, oradan ayrılıp kavmiyle buluşmağa gitti.
Davar güden bir çobana rastladı. Ona: "Ey delikanlı! Sen, neredensin?" diye sordu.
Çoban: "Ben, Yûnus kavminden’im!" dedi.
Yûnus aleyhisselâm, ondan, Yûnus kavmini ve onların halleri nasıl olduğunu sordu. Çoban, onların, iyi bir halde olduklarını ve Peygamberlerinin, kendilerinin yanına dönmesini umduklarını, haber verdi.
Yûnus aleyhisselâm, çobana: "Onların yanına döndüğün zaman: "Ben, Yûnüs’la buluştum diye haber ver!" dedi.
Çoban: "Sen, Yûnus isen, Sen de, bilirsin ki, benim için, delil ve şâhid olmadıkça, ben, öldürülürüm! Bana, kim şâhidlik edecek? Şâhid olmadıkça, ben, bunu, yapamam!" dedi.
Yûnus aleyhisselâm, çobana, davarları içinden, dişi bir keçinin ismini anarak: "İşte, bu, senin, Yûnüs’la buluşmuş olduğuna şâhidlik eder!" dedi.
Çoban:"Ne dedin?" dedi.
Yûnus aleyhiselâm: "Şu içinde bulunduğun yer, sen, Yûnüs’la buluştun diye, sana, şâhidlik eder!” dedi.
Çoban: "Ne dedin?" dedi.
Yûnus aleyhisselâm: "Şu ağaç ta, sen, Yûnus’la buluştun diye, sana şâhidlik eder!" dedi.
Çoban: "Öyle ise, bana, şâhidlik yapmaları için, onlara, emir ver!" dedi.
Yûnus aleyhisselâm: "Şu delikanlı, size geldiği zaman, ona, şâhidlik yapınız!" dedi.
Hepsi birden: "Olur!" dediler.
Bunun üzerine, çoban, kavminin yanına dönüp Yûnus aleyhisselâmla buluştuğunu, haber verince, onlar, çobanı, yalanladılar ve kendisine, kötülük yapmağa kalkıştılar.
Çoban: "Ben, sabaha çıkıncaya kadar, bana, bir şey yapmakta acele etmeyiniz!" dedi.
Sonra, kralın yanına vardı: "Ben, Yûnus’la buluştum. Kendisi, size selâm söylüyor!" dedi.
Kral, çobana: "Sen, yalan söylüyorsun!" dedi ve onun, öldürülmesini, emretti.
Çoban: "Benim için, beyyine, şâhid var! Benimle birisini, gönder de, şâhidim, bana, şehâdet etsin!" dedi.
Çoban, ertesi günü, sabahleyin, onları, Yûnus aleyhisselâmla buluşmuş olduğu yere kadar götürüp yer’i, söyletti. Yer, onlara, çobanın, Yûnus aleyhisselâmla buluştuğunu, haber verdi.
Çoban, keçiye sordu. O da, Çoban’ın, Yûnus aleyhisselâmla buluştuğunu, onlara haber verdi. Ağacı da söylettiler. O da, çobanın Yûnus aleyhisselâmla buluştuğunu, onlara haber verdi.
Gidenler, korkmuş bir halde, geri döndüler ve kral´a: "Bunun, Yûnus’la buluştuğuna, yer de, keçi de, ağaç ta, şâhidlik etti!" dediler.
Bunun üzerine, kral; "Sen, bu makama, benden, daha lâyıksın!" diyerek elinden tutup çobanı, yanına oturttu.(M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, c:2, s:158-159)
Yûnus aleyhisselâmın kavmi de, Yûnus aleyhisselâmı, aramağa gittiler. Yûnus aleyhisselâm, buluşma yerinde gizlenmişti. Onu, orada, buldular ve çok sevindiler. Ellerini, ayaklarını, öptüler, alıp şehire götürdüler. Ona, iman ettiler.(Taberî, Tarih,  c:2, s:44-45; İbn Ebî Şeybe, Musannef,  c:11, s:542; Sâlebî, Arais,  s:410; İbn Esîr, Kâmil,  c:1, s:363)

KUR’ÂN-I KERÎMİN YÛNUS ALEYHİSSELÂM HAKKINDAKİ AÇIKLAMASI

"(Ey Resulüm!) O Balık sahibini de, (hatırla!) Hani, o öfkelenmiş olarak gitmişti de, bizim, kendisini, hiç bir zaman sıkıştırmayacağımızı, sanmıştı.
Derken, o, karanlıklar içinde (kalıp): "Senden başka hiç bir İlâh yoktur! Seni, tenzih ederim. Gerçekten, ben, haksızlık edenlerden oldum!" diyerek Allah’a niyaz etmişti.
Bunun üzerine, biz de, onun duasını kabul ettik. Kendisini, gamdan, selâmete erdirdik. İşte, biz, iman edenleri, böyle kurtarırız.(Enbiyâ: 87-88)
*(Bir Hadîs-i şerifde: Yûnus aleyhisselâmın bu duası ile dua eden Müslümanın duasının, muhakkak, kabul olunacağı bildirilmiştir. (Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,s.170)
Hani, o, dolu bir gemiye kaçmıştı. Derken, kur’a çekmişlerdi de, mağlublardan olmuştu. Kınanmış bir halde iken, kendisini, hemen, Balık, yutmuştu.
Eğer, çok teşbih edenlerden olmasaydı, her halde, insanların tekrar dirilecekleri güne kadar, onun karnında kalıp gitmişti!
İşte, biz, onu, hasta olarak, açık bir yere çıkarıp bıraktık. Üzerine, bacağı olmayan cinsten gölgelik bir nebat bitirdik.
Onu, yüz bine, Peygamber gönderdik. Hattâ, daha anıyorlardı da. Nihayet, ona, iman ettiler de, kendilerini, bir zamana kadar geçindirdik.(Sâffât: 140-148)
(Ey Resulüm!) Sen, şimdilik Rabbinin hükmünü bekleyerek sabret! O Balık sahibi gibi olma! Hatırla ki: o, gamla dolu olarak Rabbine dua etmişti.
Eğer, Rabb´inden, ona, bir nimet erişmiş olmasaydı, mutlaka, (çıkarıldığı) o çırılçıplak yere kınanmış bir halde, atılacaktı!
(Bunun ardından) Rabb’i, onu, seçti de, kendisini, Sâlihlerden yaptı.(Kalem: 48-50)
Yûnus aleyhisselâm; ailesi ve çocuklarının yanında kırk gece kaldıktan sonra, kralla birlikte, seyâhate çıktı.  Yurd dışında, ömürlerinin sonuna kadar, Yüce Allah´a ibâdetle meşgul oldular.(Sâlebî, Arais,  s:411; M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, c:2, s:158-159)
                                                                   ֍֍
                                                                                                             Necdet İÇEL




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

                                  HURÛF-EBCED-CİFİR Harflerle rakamlarda tabiat ve hadiseleri etkileme gücünün bulunduğu veya bunların gaybdan haber vermede yararlı olduğu iddiasına dayanan sözde bir ilim. Literatürde daha çok ilmü’l-hurûf olarak geçmektedir. Gizli anlamlar içerdiği kabul edilen harflerin insana ve tabiata tesir ettiği inancına eski Mısır, Yakındoğu ve Hint uygarlıklarında, daha sonraları yahudi, hıristiyan ve İslâm kültürlerinde rastlamak mümkündür. Grek filozofları arasında da bu telakki zaman zaman kabul görmüştür. Nitekim Pisagor , âlemin ilk prensibinin aralarında bir düzen ve uyum bulunan sayılar olabileceğini ileri sürmüştür. Kaynaklarda Aristo’nun bile sayı ve harflerin esrarıyla ilgili bir eser yazdığı kaydediliyorsa da Arapça’da Kitâbü’s-Siyâse fî tedbîri’r-riyâse denilen bu kitabın uydurma...
                         BEŞİNCİ LEM’A   “…HASBÜNALLÂHU VE Nİ’MEL VEK Ȋ L” (Âl-İ İmran:173)        “Onlar (o mü’minler) öyle kimselerdir ki, halk kendilerine; ‘Düşmanınız olan insanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun!’ dediklerinde, 
 bu söz onların imanlarını arttırdı ve Allah bize yeter, O ne güzel vekildir! dediler.” 
 (Âl-i İmrân:173) Üstad hazretleri Risale-i Nur’u te’lif ederken bazı yerleri isim verdği halde telif etmemiştir.Bunlardan birtanesi de 5.Lem’adır.Keşke 5.Lem’ayı te’lif etseydi ve İbrahim aleyhisselâmın “ hasbî ve halîl olma” kahramanlığını bütün yönleriyle öğrenme şansına sahip olabilseydik. Çünkü bizim mesleğimiz (21.Lem’ada da anlatıldığı gibi) haliliyedir.Halil olan da ‘Halilullah’ makamının sahibi Hz.İbrahim aleyhisselâmdır. Halîlullah olan (Allah’ın dostu) İbrahim aleyhisselâm, hasbî’ni...
HELÂK OLMA SEBEPLERİ Hz. Nuh aleyhisselam devrinden günümüze kadar pek çok kavimler helâk olmuşlardır. Allah onların yerine başkalarını getirmiş ve bu kanun sünnetullah olarak, cebri determinizm içerisinde devrimize kadar devam etmiş gelmiştir. Aynı sebepler aynı sonuçları doğurur prensibiyle diyebiliriz ki, daha önceki kavimleri helâk eden sebepler ne ise, bugün de aynı sebepleri yaşayanların da sonuçları benzeri gibi olacaktır. Allah’ın gücü, kavimleri helâk ettiği gibi aynı sebepleri yaşayan bugünkü toplumları helâk etmeye de gücü yeter: “De ki: Allah’ın gökten ve yerden size azap göndermeye gücü yeter…” (En’am:65) Allah kavimlerin başına felâketler gönderirken -hâşâ- Onlar’a zulmetmez: “Şüphesiz ki, Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Fakat insanlar kendilerine zulmederler…” (Yunus:44) Helâk olanlar şu sebeplerle helâk olmuşlardır: Helâk olmanın en önemli ve birinci sebebi bütün çeşitleriyle zulümdür. Özellikle idareciler halkına zulmediyorlarsa felâketleri...