AHMED ZIYÂEDDIN GÜMÜŞHÂNEVÎ
(1813-1893)
Doğduğum, içinde
yetiştiğim âilem, özellikle babamın te’siriyle “büyük zât, velî insan, kerâmet
sahibi” gibi tabirlere çok yatkınım.
İlkokul dönemimden itibaren de Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî hazretlerinin
(d:1813-ö:1893) medhini çok duyardım. Onun hayranı olarak büyüdüm.
Bediuzzaman’ın onbeş günde bir hatmettiği, Efendimiz aleyhisselâm devrinden
kendi dönemine kadar, “Cevşenü’l Kebîr” dahil, bütün büyük zevâtın
virdlerinin-zikirlerinin cem’edildiği üç
ciltlik “Mecmûatü’l Ahzab” O’na âit
olduğu gibi, şerhini de bizzat kendisinin “Levâmiü’l- Ukûl” isimli eseriyle
yaptığı meşhur “Râmûzü’l- Ehâdis” adlı eseri de O’nundur.
Bu eser halk arasında ve hocaların mâbeyninde meşhur ve münteşirdir.
Gümüşhanevî hazretleri “turuk-u âliye”nin (oniki büyük tarikat ) hepsinden
icâzet almıştır.
İşte bu büyük zâtın ‘yedibin yüzüç=7103’ hadis-i şerifden müteşekkil
kıymetli eserini, bir defa daha mütalaya başladım. Okurken terhib ve terğib
hadisleri içinde, özellikle idereciler ile alâkalı terhib=korkutucu hadisleri
dikkatimi çekti.
Nakşibendî-Hâlidî
şeyhlerinden, âlim ve mutasavvıf.
Gümüşhane’nin Emîrler mahallesinde doğdu. Babasının adı Mustafa’dır. 1822’de ailesinin ticaret yapmak için gittiği Trabzon’da Şeyh Osman Efendi ve Şeyh Hâlid es-Saîdî gibi âlimlerden sarf, nahiv ve fıkıh dersleri aldı. 1831’den sonraki bir tarihte amcasıyla birlikte ticarî amaçla İstanbul’a gitti ve bir daha Trabzon’a dönmedi. Beyazıt Medresesi’nde dinî ilimleri tahsil ederken adı tesbit edilemeyen bir şeyhe intisap etti. Bu zatın ölümünden sonra tahsilini Mahmud Paşa Medresesi’nde sürdürdü. Sultan Abdülmecid’in hocası Hâfız Mehmed Emin Efendi ile II. Mahmud’un hocası Abdurrahman Harpûtî gibi devrin önde gelen âlimlerinin öğrencisi oldu.
İstanbul’daki tahsil hayatı boyunca tasavvufî çevrelerle münasebetini sürdüren Gümüşhânevî, 1845 yılında Üsküdar Alaca Minare Tekkesi’nde Hâlidiyye tarikatını yaymaya çalışan Şeyh Abdülfettâh el-Ukārî ile tanıştı. Ona intisap etmek istediyse de Ukārî, kendisini irşad etmeye İstanbul’a gelecek başka bir şeyhin yetkili olduğunu söyleyerek dostluklarının sohbet ve samimiyet sınırları içinde devam etmesini istedi. Gümüşhânevî daha sonra, Alaca Minare Tekkesi’nde Trablusşam müftüsü diye meşhur olan Hâlidî şeyhi Ahmed el-Ervâdî’ye intisap etti. 1848 yılında Mahmud Paşa Medresesi’ndeki hücresinde gerçekleştirdiği iki halvetten sonra Ervâdî’den hilâfet aldı. Levâmiu’l-ukûl adlı eserinde “tarîkaten Nakşibendî, meşreben Şâzelî” olduğunu söyleyen Gümüşhânevî, Nakşibendiyye ve Şâzeliyye’nin usul ve âdâbı çerçevesinde yoğunlaşan bir irşad faaliyeti sürdürdü.
1859’da Cağaloğlu’ndaki Fatma Sultan Camii’ni tekke haline getiren Gümüşhânevî (1957 yılında istimlâk edilerek yıkılan tekkenin arsası üzerinde bugün Defterdarlık binası bulunmaktadır), 1863’te sarayın tahsis ettiği özel bir gemiyle ve muhtemelen resmî bir görevle hacca gitti. 1877’de Şeyhülharem-i Nebevî Mehmed Emin Paşa’nın kızı Havvâ Seher Hanım’la evlendi. Aynı yıl ikinci defa hacca gitti. Hac dönüşü İstanbul’a gelmeyip üç yıl kadar Mısır’da kaldı.
Tanta ve Kahire’de Nâsıriye, Câmiu’l-Ezher ve Seyyidinâ Hüseyin
Camii’nde 200’den fazla talebeye hadis okuttu. Mısır müftüsü Muhammed
el-Menûtî, Şeyh Cevdet, Muhammed et-Tantâvî, Şeyh Mustafa es-Sâidî ve Şeyh
Rahmetullah el-Hindî’ye hilâfet verdi.
Aralarında Kastamonulu Hasan Hilmi, Safranbolulu İsmâil Necâtî, Dağıstanlı Ömer Ziyâeddin, Tekirdağlı Mustafa Feyzi, Lüleburgazlı Mehmed Eşref Efendi gibi huzur dersi muhatap ve mukarrirliğine kadar yükselmiş âlimlerin de bulunduğu 116 kişiye hilâfet vererek Nakşibendiyye tarikatının Hâlidiyye kolunun yayılmasında önemli bir rol oynayan Gümüşhânevî 13 Mayıs 1893’te vefat etti ve Süleymaniye Camii hazîresine defnedildi.
Gümüşhânevî zâhirî ilimlerin tahsiline önem vermiş, halifelerinde her şeyden önce ilmî yeterliliğin bulunmasını şart koşmuştur. Dergâh mensupları arasında bir yardımlaşma ve borç sandığı kurarak ev ve iş yerlerinde âtıl duran menkul servetleri bu sandıkta toplatmış, bu para ile bir matbaa kurarak basılan eserlerinin ücretsiz dağıtımını sağlamıştır. Aynı sermayeden tahsis edilen 500’er altınlık vakıflarla İstanbul, Bayburt, Rize ve Of’ta dört büyük kütüphane kurulmuştur.
Dinî ilimleri öğrenme ve sünnete uyma konusu üzerinde hassasiyetle duran Gümüşhânevî, tekkesinde hadis okutmaya ağırlık vermiş, böylece Gümüşhaneli Dergâhı bir dârülhadis hüviyeti kazanmıştır. Tekkelerde görülen yozlaşmaya karşı çıkmış, ulemâ ve meşâyih arasındaki anlaşmazlıkları birleştirici bir tavırla gidermeye çalışmıştır. CâmiǾu’l-uśûl adlı eseriyle tarikatlara ait evrâd ve ahzâbın derlenmesinden meydana gelen Mecmûatü’l-aĥzâb’ı onun bu özelliğini ortaya koymaktadır.
ESERLERİ
Tasavvuf. Câmiu’l-uśûl* (İstanbul
1276),
Rûhu’l-ârifîn
(İstanbul
1275),
Mecmûatü’l-ahzâb (I-III,
İstanbul 1311),
Kitâbü’l-Ârifîn fî esrâri esmaǿi’l-erbaîn (Mecmûatü’l-ahzâb’ın
kenarında, II, 550-569).
Hadis.
Râmûzü’l-ehâdîŝ* (İstanbul
1275),
Levâmiu’l-ukūl (I-V, İstanbul
1292, Râmûzü’l-eĥâdîŝ’in şerhi),
Garâibü’l-ehâdîŝ (İstanbul,
ts.),
Letâifü’l-hikem
(İstanbul 1275), Ĥadîŝ-i Erbaîn (İstanbul 1290).
Ahlâk.
Necâtü’l-ġāfilîn (İstanbul 1268),
Devâü’l-müslimîn (İstanbul 1290),
Netâicü’l-ihlâś (İstanbul 1290).
Fıkıh ve Akaid.
Câmiu’l-menâsik alâ ahseni’l-mesâlik (İstanbul
1289),
Câmiu’l-mütûn (İstanbul 1273),
el-Âbir fi’l-enśâr ve’l-muĥâcir (İstanbul
1276),
Matlabü’l-mücâhidîn
(Türkçe, el-Âbir’in kenarında).
Bir sayfadan ibaret Risâletün maķbûle fî
ĥaķķı’l-müceddid ile vasiyetlerini ihtiva eden iki sayfalık Türkçe metin el-Âbir’in
kenarında yer almaktadır.
Eserlerini Arapça olarak kaleme alan Gümüşhânevî’nin Câmiu’l-usûl’ü Velîler ve Tarikatlarda Usûl adıyla Rahmi Serin-Ramazan Nazlı (İstanbul 1977), Rûhu’l-ârifîn’i Vuslat Ehli ve İlâhî Aşk adıyla Rahmi Serin (İstanbul 1978) tarafından tercüme edilmiştir.
Râmûzü’l-ehâdîs’in biri aynı adla (trc. Naim
Erdoğan, İstanbul 1976), diğeri Hadisler Deryâsı (trc. Lutfi Doğan-M. Cevad
Akşit, İstanbul 1982) adıyla iki tercümesi vardır. Necâtü’l-gâfilîn,
Gafillerin Kurtuluş Yolu (trc. A. Kemal Saran, İstanbul 1968), Câmiu’l-mütûn,
Ehl-i Sünnet İ‘tikadı (trc. Abdülkadir Kabakçı-Fuat Günel, İstanbul 1986, 4.
bs.) adıyla yayımlanmıştır.
ӿӿ
Necdet İÇEL
Yorumlar
Yorum Gönder