KİBİR VE UCUB
Kibir, büyüklük,
ululuk manasına gelir. Dini bir tabir olarak, kişinin kulluk edebine uymayacak
şekilde kendisini diğer insanlara karşı ululaması, onları hakir görmesidir.
Aslında insanın Allah'ın bir mahluku olarak,
diğer mahlukata karşı da büyüklenmeye hakkı yoktur. Kul ve mahluk olma
cihetiyle bir eşitlik mevcuttur. Ancak Allah Teala hazretleri, insana, hilafet
ve emanet gibi bazı ziyade mesuliyetler vererek, bunun gereği olarak diğer
mahlukata karşı bir kısım imtiyazlar vermiştir; akıl ve irade sahibidir,
diğer mahluklar üzerinde tasarruf yetkisi vardır.
Bu imtiyazları onu hayvanata karşı kibre
değil, Cenab-ı Hakk'a karşı şükre ve hamde sevketmelidir. Tıpkı meyveli bir
ağacın yerlere eğilmesi gibi, insani imtiyazlara sahip beşeriyetin,
Allah'ın huzurunda rüku-u tevazuya eğilmesi, secde-i şükr ve hamde kapanması
gerekir, tekebbüre gitmesi değil.
İmam Gazali'ye
göre, "kibr, "batıni ve "zahiri" olmak üzere ikiye ayrılır:
Batıni kibir nefsin derinliklerinde ruhi bir ahlaktır. Zahiri bir kibir
ise dışa akseden, azalarda görülen kibirdir. Esasen en doğrusu, içteki
ahlaka kibir demektir. Zahirdeki hareketler kaynağını içtekinden alır.
Dıştaki hareketleri meydana getiren zaten bu iç ahlaktır. Bu sebeple,
hastalık azalarında kendini gösterince, kibirlendi denir. Görünmediği
zaman "o kibirlidir" denir. Şu halde kibrin aslı insan tabiatındaki
ahlaktır. Bu da kendisini başkasına üstün gösterme arzusudur."
Dinimiz, her
hayrın, her fazilet ve üstünlüğün Allah'tan geldiğini tedris eder. Bu
sebeple kişinin mazhar olduğu bazı faziletler sebebiyle hemcinsine karşı
büyüklenmesini, bu nimetlere nankörlük kabul eder, onu asıl veren Allah'tan
gaflet alameti bilir. Bu sebeple kibir, şiddetle reddedilen,
kınanan huylardan biridir. Meseleye Kur'an-ı Kerim'in müteaddit ayetlerle
yer vermesi de kibrin din nazarında ne kadar kötü olduğunu anlamaya
yeterlidir. Birkaç ayetin mealini kaydediyoruz:
"Yeryüzünde
haksızlıkla kibirlenenleri ayetlerimden çevireceğim" (A'raf 146).
"Allah,
büyüklük taslayan her zorbanın kalbini mühürler" (Mü'min 35).
"(Peygamberler
hep) futuhat istediler. (Buna kavuştular.) Hakka karşı alabildiğine inad eden
her mütekebbir zorba ise nihayet hüsrana uğradı" (İbrahim 15).
"(Allah) o
büyüklük taslayanları sevmez" (Nahl 23).
"Andolsun ki (kafirler),
kendi kendilerine büyüklenmişler, azgınlıkta pek ileri gitmişlerdi" (Furkan 21).
"Bana kulluk
etmeyi kibirlerine yedirmeyenler alçalmış olarak cehenneme
gireceklerdir" (Mü'min
60)
"Yeryüzünde
büyüklük taslayarak yürüme. Sen ne yeri yarabilir, ne de dağlarla boy
ölçüşebilirsin. Bütün bunlar, Rabbinin katında çirkin sayılan günahlardır"
(İsra 37-38).
"İnsanları
küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Allah kendini beğenip
övünen hiçbir kimseyi şüphesiz ki sevmez" (Lokman 18).
Kur'an-ı Kerim'de
kibre bu kadar yer verilmesinin sebebi, bunun küfrü tazammun etmesindendir.
Çünkü büyüklük, izzet, azamet ve üstünlük sadece Allah'a yaraşır. Hiçbir şeye
gücü yetmeyen, herşeyini Allah'a borçlu olan biçare insanın kibir ne haddine!
Kul kibirlendiği vakit, sırf Allah'a yaraşan bir sıfatta Allah'a karşı
münazaaya, yarışa girmiş olmaktadır.
Gazali bu davranışı,
bir hizmetçinin padişahın tacını giyerek onun tahtına oturup hükmetmeye
kalkmasına benzetir. "Bir uşak için, bundan daha büyük bir cür'et, bundan
daha vahim bir cinayet olur mu?" der ve: "Şüphesiz bu uşak, padişahın
en ağır cezasını hak eder" diye hükmeder. Nitekim kaydedeceğimiz ilk
hadiste, Rab Teala hazretleri: "Azamet benim gömleğim, ululuk benim
cübbemdir. Kim benimle bu hususta ortaklığa kalkışırsa, ben onun belini kırarım"
buyurmuştur.
Kibirin zıddı
tevazudur. Tevazuyu alçak gönüllülük olarak ifade eder isek de, esas
itibariyle mazhar olunan nimetleri Allah'tan bilmeyi ifade eder. İslam
büyükleri, tevazunun insanları yücelteceğini, kibrin de alçaltacağını kabul
eder. Hz. Ömer şöyle buyurmuştur: "Alçak gönüllü, mütevazi ol ki, Allah
seni yüceltsin. Kul kibirlenip böbürlendiği zaman Allah Teala hazretleri onu
alçaltır ve bir melek: "Uzak ol! Allah seni uzaklaştırsın!" der.
Kibirli insan kendi
kendini büyük görürse de herkesin nazarında düşük, hatta domuzdan daha
adidir" demiştir. Bu manayı, Ka'b (radıyallahu anh) bir başka üslubla
ifade etmiştir: "Allah kime dünyalıktan bir nimet verdi de, adam bu
nimetin şükrünü ödedi ve tevazuunu gösterdi ise, Allah Teala o nimetin
menfaatini dünyada ona gösterdiği gibi, ahirette de derecesini yükseltir.
Fakat verdiği nimete şükretmez ve tevazu göstermezse, Allah Teala, dünyada o
nimetten ona bir kar sağlamadığı gibi ahirette de ona cehennemden bir
kapı açar; dilerse affeder, dilerse azab eder."
Kibir, Gazali'ye
göre, Allah'a, peygamberlere ve diğer insanlara karşı yapılır. Her üçü de
mezmun ise de, en kötüsü Allah'a karşı olandır.
Bediüzzaman,
insanların diğer mahlukata karşı da kibre düşebileceğini ifade
eder:
"Ey insan! Kur'an'ın desatirindendir
(düsturlarındandır) ki, Cenab-ı Hakk'ın masivasından (mahlukatından)
hiçbir şeyi, O'na taabbüd edecek bir derecede kendinden büyük zannetme. Hem sen
kendini hiçbir şeyden, tekebbür edecek derecede büyük tutma. Çünkü
mahlukat, mabudiyetten uzaklık noktasında müsavi oldukları gibi, mahlukiyet
nisbetinde de birdirler."
Kibir ve tevazu
meselelerine zaman zaman temas eden Bediüzzaman, kibirin asıl kaynağının insandaki küçüklük
olduğunu ifade eder. Ona göre: "...Sığar-ı nefs, tekebbürün menbaıdır.
Zaaf, gururun madenidir..." Bu temel düşünceden hareketle:
"Büyük görünme küçülürsün" der ve devam eder:
"Ey enesi
(benliği) çifteli, kafası da kibirli,
Şu mizanı bilmeli:
"Her adam için elbet,
Cemiyet-i beşerde,
içtimai binada,
Görmekgörünmek için
şu mertebe denilen,
Bir penceresi var.
Ger pencere,
Kamet-i
kıymetinden (boyundan) yüksekse,
Tekebbürle tetavül
edecek, uzanacak.
Ger pencere, kamet-i
himmetinden alçaksa,
Tevazula tekavvüs
edecek ( bükülüp) eğilecek.
Kamillerde, büyüklük
mikyasıdır, küçüklük,
Nakıslarda, küçüklük
mizanıdır büyüklür (tekebbür)."
Tekebbür kötü,
tevazu iyi olmakla birlikte, Bediüzzaman bunların kullanılacağı yerin iyi tayin
edilmesine dikkat çeker: "Zaifin kaviye karşı izzet-i nefsi, kavide
tekebbür olur; kavinin zaife karşı tevazuu, zaifte tezellül olur. Bir
ulü'l-emrin (amirin) makamında ciddiyeti vardır; mahviyeti,
zillettir, hanesindeki ciddiyeti, kibirdir, mahviyeti tevazudur..."
ӿӿ
UCB
Ucb'a gelince, bu
kibre yakın mezmum bir haslet ise de, kibrden biraz farklıdır. Ucb'u
"kendini bir şey sanmak, kendini beğenmek, amele güvenmek, yaptığı
hayırların kendini mutlaka kurtaracağı inancında olmak" şeklinde tarif
edebiliriz. Esasen ucb, lügat olarak beğenmek, hoşlanmak, hoşa gitmek manasına
gelir.
Gazali, ucbla kibir
arasını tefrikte şöyle bir açıklama sunar: "Ucb, mutlak surette kendini
beğenmek, kibir ise, kendisini başkasından üstün görmektir. Her ucub sahibi
mütekebbir olmaz. Çünkü çok defa insan kendisini beğenir, fakat başkasını da
kendisinden üstün görebilir ve ona karşı kibretmez."
Kur'an'da ucuba
temas eden ayetlerden biri, Müslümanların Huneyn Savaşı sırasında halet-i
ruhiyelerini örnek verir. Huneyn Savaşı, Mekke' nin fethinden sonra 12 bin
kişilik bir kuvvetle yapılan bir savaştı. İlk defa Müslümanlar böyle bir sayıya
ulaşınca bu durum, Müslümanları ucba sevketmişti.
Bir askerin:
"Beni Şeyban'la karşılaşacak bile olsak ehemmiyeti yok. Bugün kimse
bize azlığımız sebebiyle galebe çalamaz" dediği rivayet olunur. Hz.
Ebu Bekr de: "Ey Allah'ın Resulü, bugün artık bize azlık sebebiyle galebe
çalınamaz" demiştir.
İşte bu halet-i ruhiyeyi: "Muhakkak ki
Allah pek çok yerde ve Huneyn gününde size yardım etmişti. O gün çokluğunuza
güvenmiştiniz. Fakat bu size fayda vermedi. Yeryüzü o kadar genişliğiyle
beraber, size dar geldi ve arkanızı dönüp gittiniz" (Tevbe 25) mealindeki ayet tescil etmektedir. Ayet-i
kerime, sayıca çokluğa güvenip, harbin şartlarına riayet etmeyen, zaferin
Allah'tan geldiği gerçeğinden gaflete düşen Müslümanların, bu çokluğa rağmen
ilk karşılaşmada bozguna uğrayıp kaçtıklarını belirtmektedir. Bir başka ayet de
kafirlerin de kal'a ve maddi güçlerine güvenmelerine temas eder:
"..Halbuki onlar, kal'alarının kendilerini Allah'tan koruyacağını
sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi" (Haşr 2).
Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam) şöyle buyurmuştur: "Üç şey helak edicidir: İtaat edilen aşırı
cimrilik, uyulan hevesat ve kişinin kendini beğenmesi (ucb)."
Ayet-i kerimede,
"Nefislerinizi temize çıkarmayın (kusursuz addetmeyin)" (Necm 32) buyrulmuştur.
Hadislerin verdiği
derse göre, kişiye günah olarak ucb yeterlidir. Hatta kişinin, kendini
günahsız bilme günahına düşmektense, günah işleyip tevbe etmesi daha
iyidir: "Siz hiç günah işlememiş olsanız, ben onun daha büyüğünden sizin
için korkarım: O da ucubtur, ucubtur."
Kibre düşen kimsenin
haliyle ilgili bir tasviri Gazali'den sunup, bu mevzuda daha fazla bilgi
için onun ölmez eseri İhya'yı tavsiye edeceğiz (Ahmed Serdaroğlu tercümesi 3, 718-808).
"Kişi ne
zaman başkasına nisbetle kendini büyük görürse, başkasını kendisinden
düşük, hakir ve alçak görmeğe başlar. Onu yanına yaklaştırmak istemez,
meclisine almaz. Onu, karşısında bir hizmetçi gibi görmek ister. Hatta hizmetçi
olarak da kendisini kabul etmeyebilir ve onu hizmetçi olarak da karşısında
görmek istemez.
Şayet kibri biraz
daha hafif ise, müsavi olmasından çekinir, yanyana gidemeyecekleri dar yollarda
ve meclislerde öne geçer, onun selam vermesini bekler. Kendinin ihtiyacına
bakmakta kusur ederse, neden böyle yaptın diye ona hayret eder. Karşısına
çıktığı zaman onu muhatab almak istemez. Va'zu nasihatini dinlemez.
Kendisine bir şey
iade etse kızar. Muallimlik yaparsa talebelere hoş davranmaz. Onlara
hakaret eder. Onlarla alay eder ve kendi işinde çalıştırır. Avama bakışları,
hayvana bakışlarından farklı olmaz. Hülasa, kibirli adamın, sayılamayacak kadar
çok çeşitli tavır ve davranışları vardır. Bunları herkes anlayabileceği
için, burada sayılmalarına lüzum yoktur.
İşte bu
kibirdir. Kibrin afetleri büyük, gaileleri pek çoktur. Havassın çoğu
kibirden helaka gider. Avam şöyle dursun, abid, zahid ve alimlerin çoğu
da kibir hastalığından kurtulamazlar. Kibrin doğurduğu felaket nasıl büyük
olmasın ki? Resul-i Ekrem: "Kalbinde zerre kadar kibir olan cennete
giremez" buyurmuştur.
Ölçüler'deki
kibir üzerine yazılan yazı da dikkat çekicidir. Faydalı olur mülahazası
ile onu buraya alıyoruz. (İbrahim Canan,
Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/19-23.)
ӿӿ
BENCİLLİK GİRDABI
İnsana bahşedilen
benlik emaneti, en büyük gerçeği tanıyıp bulma yolunda ona verilmiş mukaddes
bir armağandır. Vazife biter bitmez de taşa çalınıp kırılması gerekli olan bir
armağandır. Böyle yapılmadığı takdirde kabarır, şişer ve sahibini yutacak bir
ifrit haline gelir.
Fert, onunla Yüce
Yaratıcı'yı, O'nun kudretinin, ilminin, iradesinin sonsuzluğunu; eksiklik ve
kusurların O'nun semtine sokulamayacağını idrak edecek, sonra da sinesinde
tutuşturduğu marifet ve muhabbet ateşiyle onu eritip bitirecek; sadece Yüce
Yaratıcı'nın varlığıyla bakıp görecek; O'nunla düşünüp O'nunla bilecek ve
sadece O'nunla soluyacaktır.Hep bencil olarak kalıp gitme, Hakk'ı görüp
bilememenin, sonsuzluk yolunda mesafe alamamanın ve gözleri bağlı, aynı yerde
dönüp durmanın ifadesidir.
Devamlı benlik hesabına düşünenler, benlikle
oturup kalkanlar, aradıklarını "ego"nun karanlık atmosferinde
arayanlar, yıllarca deretepe demeden aşıp gitseler de bir çuvaldız boyu yol
alamazlar.Yapılan işler, işlerin en ağırı, en yorucusu dahi olsa, benlik
hesabına yapıldığı takdirde kat'iyyen fazilet va'detmez ve İlahi Dergah'ta
kabul göremez. Kendini aşmamış, benliğine bıçak çalıp parçalayamamış, basireti
bağlı kimselerin ötelere doğru her hamlesi bir avunma ve aldatmaca, her fedakarlığı
da bir akılsızlıktır.
Bencillik, şeytani
bir sıfat olduğundan, ona kapılanların, şeytanın akibetine uğrayacağından şüphe
edilmemelidir. Şeytanın mazeret ve müdafaaları bile, gümgüm birer benlik
melodisidir. Adem Nebi (a.s.), ufkunun karardığı bir anda, gözyaşlarından
yepyeni bulutlar meydana getirerek onunla gönül ateşini, hasret ateşini
söndürmeye çalışmasına karşılık, İblis, her kelimesi gurur ve inat, her ifadesi
saygısızlık, mazeretler sayıp döküyordu.Benliğin ilimden kaynaklananı, servet
ve iktidarla ortaya çıkanı, zeka ile, cemal ile şişip büyüyeni ve daha birçok
çeşidi vardır... Bu sıfatlardan hiçbiri, insanın zati malı olmadığından, bu
husustaki bir iddia, hakiki Mal Sahibi'nin gazabına bir vesile ve davetiye
sayılmış ve bu mağrur ruhların helakiyle neticelenmiştir.
Ferdin şahsi
dünyasını tesir altına alan "ego", bir cemaat benliğiyle de
omuz-omuza verince, bütün bütün devleşir ve mütecaviz bir ifrit haline gelir.
Artık böyle azgınlaşmış bir ruhun elinde en hayırlı şeyler dahi simsiyah bir
bulut kesilir ve etrafa gülle, bomba yağdırmaya başlar. Evet böylelerinin
elinde, ilim, bir yalancı ışık; servet, çalım ve cakaya vesile; gönül, bir
çiyan yatağı; cemal, çevreye ekşilik saçan bir gam sayfası; zeka, başkalarını
hafife alan uğursuz bir şaklaban halini alır.Öteden beri felsefe, benliği;
peygamberlik de, hakkı ve mahviyeti temsil etmiştir.
Evvelkilerin
yolunda; şüpheler, tereddütler, aldatmalar, şiddet ve hiddetler aysberglerin
birbiriyle çarpışmaları gibi korkunç müsademelerle dağılıp parçalanmalarına
karşılık; ikincilerin yolunda; aydınlıklar, gönül inşirahları, birbirinin imdadına
koşmalar ve birbirini desteklemeler vardır.Her fırsatta kendini etrafa anlatma
ruh haleti, fertte bir eksiklik ve aşağılık duygusunun ifadesidir.
Böyleleri, iyi bir
ruh terbiyesiyle varlıklarını gerçek Mal Sahibi'ne feda edecekleri güne
kadar da bu durum sürer gider. Bunların her işi bir çalım, her ifadeleri
gürülgürül benlik, her mahviyyet ve tevazuları da ya bir riya, ya da
kendilerini başkalarına anlattırabilme yatırımıdır. Bin nefrin haknaşinas
bencillere!
ӿӿӿӿ
Ebu Said ve Ebu
Hureyre (radıyallahu anhüma) anlatıyorlar: "Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) buyurdular ki:
"Allah Teala
hazretleri şöyle dedi: "Büyüklük ridamdır, izzet de izarımdır. Kim bu iki
şeyde benimle niza ederse ona azab veririm." [Müslim, Birr 136; Ebu Davud, Libas 29, (4090).]
1- Buradaki hadis metni, Müslim ve
Ebu Davud'da mevcut metinlere tamamen tevafuk etmez. Ebu Davud'da العِزّ yerine
العَظَمَةُ
kelimesi vardır. İzz:
İzzet ve şeref, azamet ve ululuk manasına gelir. Şu halde ululuk, şeref,
yücelik gibi sıfatlar hakiki manasıyla Allah'a aittir. Kul tevazuyu
unutarak bu duygulara kapılmamalıdır.
2- İzar gömlek, rida da gömlek
üzerine giyilen şeydir. Eskilerde kaftan denilmiş ise de, günümüz örfünde
kaftan çok müsta'mel değildir.
Şeref ve ululuğun
Allah'a mahsus olduğu, onlar gömlek ve kaftana benzetilerek ifade
edilmiştir. Hattabi, Allah'ın sıfatı izzet ve azamet, kulun sıfatı da
tevazu ve tezellül olması sebebiyle, kulun Allah'a mahsus sıfatları kendine mal
etmesinin caiz olmadığını belirtir.
(İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/23-24).
ӿ
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam): "Kalbinde zerre miktar kibir bulunan
kimse asla cennete girmeyecektir!" buyurmuştu. Bir adam: "Kişi
elbisesinin güzel olmasını, ayakkabısının güzel olmasını sever!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam da: "Allah Teala hazretleri güzeldir, güzelliği
sever! Kibir ise hakkın ibtali, insanların tahkiridir" buyurdular." (İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/24)
ӿӿӿ
Bir diğer rivayette:
"Kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunan bir kimse cehenneme girmez.
Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse de cennete girmez."
buyrulmuştur. [Müslim,
İman 147; Ebu Davud, Edeb 29, (4091); Tirmizi, Birr 61, (1999).]
1- Resulullah (aleyhissalatu vesselam),
burada kalbinde kibir taşıyanların cennete giremeyeceklerini kesin bir üslubla
ifade etmektedir. Hattabi bu ifadeyi iki surette açıklamıştır:
"Bu hadisteki
kibirden murad küfürdür. Yani kişi iman etme hususunda tekebbüre düşerek,
imandan kaçınır. Haliyle bu şekilde ölen, küfür üzere ölmüştür, cennete
giremez."
Hadisten maksad
cennete giren kimsenin kalbinde oraya girerken kibir kalmaz demektir.
Nitekim Kur'an-ı Kerim'de "Biz onların kalbindeki her türlü kini
çıkarırız" (Hicr
47)
buyrulmuştur."
Nevevi, Hattabi'nin
bu te'vilini yeterince isabetli bulmaz. Hadisin, herkesçe bilinen ve
başkalarını küçük görmekten ibaret olan kibirlenmekten yasaklamak için
varid olduğunu, dolayısıyla kibir kelimesinin bu manadan ve hadisin de
belirtilen maksaddan uzaklaştırılmaması gerektiğini söyler.
Umumiyetle
benimsenen manaya göre, kibir sahibi, bu kibrin cezasını çekip, onun günahından
temizlenmeden cennete giremez demektir. Yani kibir cezayı gerektiren bir
haldir. Bu hal mutlaka ceza ile temizlenir, bu temizlik olmadan kul cennete
giremez.
Ne var ki Allah her
çeşit günahı affetmeyeceği hususunda bir kayıt da mevcut değildir. Öyleyse
hadisi "Allah'ın affetmemesi halinde, kibir sebebiyle ateşte ceza
çekmeden hiç kimse cennete giremez" diye anlamak en makbuldür. Zira
kalbinde hardal tanesi kadar imanı olan kimse ebedi cehennemde kalmayacağına
göre, sırf kibir, ebedi cehennem vesilesi olmamalıdır.
2- Hadiste, güzel giyinmeyi
sevdiğini söyleyen sahabinin ismi ihtilaflıdır. Nevevi, Malik, İbnu Mürare
er-Rahavi olduğunu, el-Kadi İyaz' dan naklen kaydeder. Bazı
muhakkiklerin Ebu Reyhane Şem'un, Rebiatu'bnu Amir, Sevad İbnu Amr, Muaz İbnu
Cebel, Abdullah İbnu Amr İbni'l-As, Harim İbnu Fatik gibi başka isimleri
zikrettiğini de kaydeder.
3-Kalbinde hardal tanesi kadar imanı
bulunan kimsenin cehenneme girmeyeceği belirtilmektedir. Alimler bunu "kafirler
gibi ebedi olarak cehennemde kalmaz" şeklinde anlamışlardır. Çünkü
"imanla birlikte bir kısım günahları, zulümleri bulunabilir. O
günahlarından af yahut ceza çekmeden kurtulamayacağına göre, hadisin kafirler
gibi ebedi cehennemde kalacak şekilde" diye kayıtlanması gerekir.
4- Hadiste "Allah'ın güzeli ve
güzelliği sevdiği" de ifade edilmiştir. Bunun manası da alimlerce
farklı şekillerde anlaşılmıştır. Bu husustaki ihtilaf, cemil isminin Kur'an'da
ve mütevatir hadiste gelmemiş olmasından ileri gelir. Kat'i nasla sabit
olmayan, haber-i vahidle gelen bir ismi Allah'a izafe edebilir miyiz,
edemez miyiz, haber-i vahidle itikad sabit olur mu, olmaz mı ihtilafına
dayanır. Bu sebeple bazı te'villerde cemilin Allah'a izafesi sabit olan bazı
isimlere hamledildiği görülür:
Birkısmı: "Her
emri güzeldir. Nitekim güzel isimler (el-Esmau'l-Hüsna) O'nun, cemal ve kemal
sıfatları da O'nundur" demiştir.
Bazıları:
"Kerim ismi, mükrim (ikram eden); Semi ismi müsmi (işittiren) manasına
geldiği gibi, Cemil ismi de mücmil yani güzellik veren manasına gelir"
demiştir.
Kuşeyri, cemil
isminin celil yani büyük manasında olduğunu söylemiştir.
Hattabi, cemilin nur
ve güzelliğin sahibi manasında kullanıldığını söylemiştir.
Bazı alimler cemili
"Size karşı fiilleri lütufkar ve güzeldir, size az amel teklif
eder, teklif ettiklerini ifada size yardımcı olur, ifa edene ecrini bol
kılar" diye anlamıştır.
Nevevi, ulemadan bir
kısmının bu "cemil" isminin, haber-i vahidle sabit olsa bile
Allah'a izafesinin caiz olduğunu söylediğini nakleder.
İmamu'l-Harameyn,
sahih nassla, şeriatta sabit olan şeyi kabul etmek gerektiğine, haram ve
helalin bu yolla kesinlik kazanacağına, şeriatta haram mı helal mi olduğu
hususunda kesin bir hüküm bulunmayan şeylerde haram veya helal hükmüne
gidilemeyeceğine dikkat çektikten sonra, Allah'a bir isim izafesi meselesinde,
kat'i bir delilin şart olmadığını, ilim iktiza etmeyen, amel iktiza eden bir
delille de Allah'a isim izafe edilebileceğini söyler.
Hülasa, Allah Teala
hazretlerini, şer'an varid olmayan fakat yasak da edilemeyen kemal, celal ve
medih sıfatıyla tavsif etmenin caiz olup olmadığında Ehl-i Sünnet
ve'l-Cemaat mezhebi ihtilaf etmiştir. Bir kısmı bunu caiz görmüş,
bir kısmı görmemiştir. Bunda esas Kur'an veya mütevatir hadis veya icma ile
sabit olmaktır. Eğer bir isim, haber-i vahidle sabit ise, bu ihtilaflıdır.
Böyle bir isimle Allah'ın tavsifini bazıları caiz görürken, bazıları reddeder.
Kabul edenler: "Böyle bir isimle dua ve sena, onunla amel babındandır.
Esasen haber-i vahidle amel caizdir" demiştir. Reddedenler bunun
Allah hakkında caiz ve caiz olmayan (müstakil) şeye itikad meselesine
girdiğini, bu meselede ise kesin delilin esas alındığını söylerler. Bunlara
göre Allah'a bir isim nisbet etmek kesin delille mümkündür.
Kadı İyaz, bu
münakaşaya, Cemil ismini Allah'a nisbetin caiz olacağı kanaatiyle
katılır. Der ki: "Bu mesele hem "amel"e, hem de "güzel
isimler Allah'a mahsustur, ona bu isimlerle dua edin" (A'raf 180) mealindeki ayete şamildir."
Görüleceği üzere,
haramhelal hükmü için şeriatten kesin nassın varlığını şart koşan Ehl-i
Sünnet uleması bu meselede, caiz değil veya helalharam diye kesin
hükümde bulunmaya karşı ihtiyatı tercih etmiştir. (İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/24-27)
ӿ
Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Yakışıklı bir adam Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek:
"Ben güzelliği seviyorum. Gördüğünüz gibi bana güzellik de verilmiş.
Kimsenin beni, ayakkabı bağı bile olsa bu hususta geçmesinden hoşlanmıyorum. Ey
Allah'ın Resulü! Bu (haram olan) kibre girer mi?" diye sordu. Aleyhissalatu
vesselam:
"Hayır!
buyurdular. Ancak kibr, hakkı ibtal, halkı tahkirdir!" [Ebu Davud, Libas 29, (4092).]
Resulullah (aleyhissalatu
vesselam), bu hadislerinde güzel giyinmenin ayakkabı bağına varıncaya kadar her
hususta güzel olmaya, güzellikle başkasını geçmeye çalışmanın günah olan kibre
girmediğini ifade buyurmaktadır.
Hadiste ayrıca,
kibrin ne olduğu açıklanmaktadır. Buna göre kibir hakkın iptali, insanların
tahkiridir. Şu halde kibre düşen insanda iki büyük hata zuhur etmektedir:
1) Hakkın iptali: Allah'tan gelen
nimeti kendinden bilerek Allah'ın hakkını iptal. Buna küfran-ı nimet de
denilebilir.
2) İnsanları hakir görme. Bu önceki
duygunun bir başka tezahürüdür. Mazhar olunan nimet sebebiyle, o nimete
eremeyenleri küçük görmek.
Hadis, her iki
duyguyu da yasaklamaktadır.(İbrahim Canan,
Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/27-28)
ӿ
Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki:
"Kıyamet günü,
mütekebbirler küçük karıncalar gibi haşrolunurlar. Onları her yönden
zillet bürümüştür. Cehennemde Bules denen bir hapishaneye sevkedilirler.
Ateşlerin ateşi onları bürür. Cehennem ehlinin irinleri kendilerine içecek
olarak verilir. Bu içeceğe tinetu'lhabal denir." [Tirmizi, Kıyamet 48, (2494).]
ӿ
Selemetu'bnu'l-Ekva (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Kişi kendisini
(halktan büyük görüp) uzak tuta tuta cebbarlar arasına kaydedilir de onların
başına gelen musibete duçar olur." [Tirmizi, Birr 61, (2001).]
Hadis, bir kimsenin,
insanlardan, onları küçük görerek mesafeli dura dura, cebbarlar yani zalimler
sınıfına geçeceğini haber vermektedir. Bu husus, eşyanın tabiatına uygundur.
Çünkü, mesafeli durmak bir alışkanlık haline gelir. Halbuki dinimiz,
cemaati, sıla-i rahmi, selamlaşmayı, büyükleri ziyaret ve karşılıklı
hediyeleşmeyi vs. emrederek, kişinin insanlarla kaynaşmasını emretmektedir.
Uzlet normalde tavsiye edilmez. İnzivayı çok sıkı şartlarla dinimiz tecviz
eder.
Şu halde, insanlara
karşı uzak duran kimseler, Firavun, Nemrud, Şeddad gibi zalim
cebbarlar defterine ismiyle resmiyle geçme ve onların maruz kaldığı
dünyevi musibetlerle ve uhrevi cezalarla karşılaşma tehlikesiyle başbaşadırlar.
el-İyazu billah. (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları: 15/29)
ӿ
Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"İnsanlar, ya
cehennem kömüründen başka bir şey olmayan ölmüş ecdadlarıyla övünmekten
vazgeçerler, yahut da Allah katında, burnuyla pislik yuvarlayan mayıs
böceğinden daha adi bir derekeye düşerler. Allah Teala hazretleri sizlerden
cahiliye kibrini temizledi. Artık o, muttaki bir mü'min yahut bedbaht bir
facirdir. İnsanların hepsi Hz. Adem'in evlatlarıdır. Adem ise topraktan
yaratılmıştır." [Ebu
Davud, Edeb 120, (5116); Tirmizi, Menakıb (3950, 3951).]
1- Aleyhissalatu vesselam, bu
hadislerinde kabile taassubunu te'lin etmektedir. Kabile taassubu, bir cahiliye
örfü olup, günümüzde ırkçılık veya faşistlik denen şeyi ifade eder. Bu, ecdadla
övünmek şeklinde tezahür eder. Ecdadla tefahur etme hadisesi cahiliye
Araplarında pek yaygındı. Tekasür suresi bu maksadla, kabirleri ziyaret edip
sayım bile yaptıklarına dikkat çekerek, Müslümanları bu çeşit
davranışlardan men eder.
Sadedinde olduğumuz
hadis, ırkçıları, burunlarıyla yuvarladığı pisliği sürükleyen mayıs böceklerine
teşbih buyurmakta ve son derece alçaltmaktadır. Hadisteki tehvin ve
teşbihin ağırlığı, ırkçılığın İslam kardeşliğine vurduğu büyük darbe ile
izah edilebilir. Hele günümüzde İslam aleminin dağınık ve perişan halinin
temelinde kavmiyetçiliğin bulunduğu, hatta bu noktaya gelmeye zemin hazırlayan
"Osmanlı Devleti'nin çöküşü"nde de aslında, baş amilin ırkçılık
olduğu gözönüne alınınca, kavmiyetçi taassubun çok daha ağır ifadelerle
tel'ininin isabetli ve yerinde olacağı anlaşılır.
2- Hattabi, hadisten hareketle
insanların iki grup teşkil ettiğini söyler. Buna göre:
1) Mü'min ve muttaki olanlar.
Bunlar halk nazarında itibar sahibi olmasalar da Allah nazarında
kıymetlidirler, faziletlidirler.
2) Facir (haddini tecavüz eden)
ve bedbaht olanlar. Bunlar, halk nazarında itibar ve şerefli kimseler
bile olsalar Allah yanında değersiz adi kimselerdir.
3- Hadisten şu mana da
çıkarılmıştır: "Mütekebbir ve müftehir kimse, ya müttaki mü'min bir
kimsedir, bu durumda ona hiç kimseye karşı tekebbür (büyüklenme) yakışmaz;
yahut da facir, bedbaht bir kimsedir Böyle birisi Allah indinde zelildir. Zelil
kimsenin tekebbür etmesi hiç uygun değildir. Öyleyse tekebbür her halukarda
menfidir, merduddur."
4- Hadiste insanların esas
itibariyle topraktan geldiklerine dikkat çekilmesi suretiyle de büyüklenmeye
mahal olmadığı hatırlatılmaktadır. Resulullah (aleyhissalatu vesselam),
Ebu Davud, et-Tayalisi'de gelen bir rivayette şöyle buyurmuştur:
"Cahiliye
devrinde ölen ecdadınızla övünmeyin. Nefsimi elinde tutan Zat'a yemin
olsun, mayıs böceğinin burnuyla yuvarladığı pislik, cahiliyede ölen
ecdadınızdan daha hayırlıdır."
Irkçılığın
İslam'daki yeri hususunda daha önce geniş açıklama sunduk.(İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:
15/29-30)
ӿӿ
İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Allah, kıyamet
günü, büyüklenerek elbisesini sürüyenin yüzüne bakmayacaktır."
Bir diğer rivayette:
"Elbisesini çalımla sürüyene bakmayacaktır" denmiştir. [Buhari, Libas 1, 2, 5,
Fezailu'l-Ashab 5, Edeb 55; Müslim, Libas 42, (2085); Muvatta, Libas 11, (2,
914); Tirmizi, Libas 8, (1730); Nesai, Zinet 102, (8, 206); Ebu Davud, Libas
28, (4085).]]
Hadiste ifade edilen
"Allah'ın bakmaması"ndan murad, rahmettir. Yani elbisesini kibirle
yerde sürüyen erkeğe Allah merhamet etmeyecek veya merhamet nazarıyla
bakmayacak demektir. (İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/31)
ӿ
İbnu Mes'ud (r.a) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Kim namazda
izarını (gömleğini) çalımla yere değecek kadar uzatırsa, Allah onun ne günahını
affeder, ne de onu kötü amellere karşı korur." [Ebu Davud, Salat 83, (637).]
1- Resulullah, burada namazda
dahi kibirle elbisesinin uzatılmasını yasaklamaktadır. Esasen erkekler
için normali, elbisesinin baldırların ortasına kadar uzanmasıdır. Ancak
topuklara kadar inen elbiseye de "caiz" denmiştir. Bunu taşan kıyafet
erkeklere caiz değildir. Kadınların müstehab olan kıyafeti ise erkeğe caiz olandan
bir karış uzun olanıdır. Bir zira' uzun olanı da onlar hakkında caiz olan
kıyafettir.
Hadisten şu
mana da çıkarılmıştır: "Elbisesini namazda kibirle uzatan kişi,
cennetin helal, cehennemin haram olduğu kişi değildir."
Keza şöyle de
denmiştir: "O kimse, helal amelde değildir. Allah indinde bir saygısı da
yoktur."
2- Elbisenin namazda topukları
aşağıya taşması, Ebu Hanife, Şafii ve diğer ulemaya göre mekruhtur. Sadece
Malik, namazda caiz olacağını söylemiş, yürümede o da mekruh olduğuna
hükmetmiştir. (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları: 15/31-32)
ӿ
Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Bir adam,
nefsinin hoşuna giden bir takım elbise içinde saçları da yapılmış olarak
giderken yürüme sırasında kibre düşmüştü ki, birden yere battı. Kıyamet
kopuncaya kadar orada zorlukla batmaya devam edecek." [Buhari, Libas 5; Müslim, Libas 49,
(2088).]
ӿ
Cabir İbnu Atik
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki:
"Kıskançlıktan
bir nevi var ki Allah sever; bir kısmı da var ki Allah onu sevmez.
Allah'ın sevdiği kıskançlık, kişinin (mehariminden haram kılınmış bir fiil
görmesi ile) şüphe halinde duyduğu kıskançlıktır. Allah'ın sevmediği
kıskançlık, şüphe olmadan kıskançlık duymasıdır.
Aynı şekilde bir
kısım gurur vardır ki Allah hoşlanmaz, bir kısmı da var, Allah hoşlanır. Allah
Teala'nın sevdiği gurur, kişinin savaş sırasında ve sadaka verme esnasında
nefsine güvenerek duyduğu gururdur. Allah'ın buğzedip sevmediği gurur
ise, taşkınlık ve övünme sırasında duyduğu gururdur." [Ebu Davud, Cihad 114, (2659); Nesai,
Zekat 66, (5, 78).]
Resulullah
(aleyhissalatu vesselam), bu hadisleriyle insanlardaki bazı huyların hem iyi ve
hem de kötü yönlerinin olacağına dikkat çekmektedir. Bunlardan iki
tanesine misal vermektedir. Kıskançlık ve gurur. Kişi, akrabalarından birinde
haram bir davranış görünce, kıskançlığa düşerse bu memduh, güzel bir davranıştır.
Allah Teala hazretleri bu çeşit kıskançlığı sevmektedir. Ama, yakınlarını
helallerine karşı kıskanacak olursa bu caiz değildir. Allah bundan
memnun kalmaz. Zira Allah'ın nikah gibi meşru yolla helal kıldığı
şeye rıza göstermemiz vacibtir. Bunun aksini düşünmek cahiliye
hamiyyetini Alah'ın teşriatına tercih etmek olur, el-Iyazu billah.
ӿӿӿӿ
Gurur meselesi de böyle: Kişinin, düşman karşısında kendine güvenerek şecaata
gelmesi, pervasızca atılması, düşmanı korkutur ve onu zafere götürür. Allah bu gururu
sevmektedir. Keza sadaka sırasındaki gurur da daha çok vermeye
sevkedeceği için Allah indinde makbul olmuştur.
Taşkınlıktaki gurur,
kişinin yaptığı zulüm ve tecavüzlerle, gasb ve yağmalama gibi yasak
fiilleriyle övünmesidir. Allah'ın bunu sevmeyeceği açıktır.
Övünme sırasındaki
gurur ise; kendi nesebi, şerefi, malı, makamı, şecaati ve sair varlık ve
imtiyazlarıyla övünmesidir. Sırf övünmek için yaptığı ikram ve cömertlikler de
bu gruba girer. Allah bu çeşit gururları da sevmez. (İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/33)
ӿӿӿ
Cübeyr İbnu Mut'im (radıyallahu anh)
demiştir ki: "Benim hakkımda "Sende kibr var" diyorsunuz. Ben
eşeğe binmiş, (dikişsiz) kumaşı (elbise olarak) sarınmış, keçiyi sağmış
birisiyim. Üstelik Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bana: "Bun(lar)ı
yapan kimsede hiçbir kibir bulunmaz" buyurdular." [Tirmizi, Birr 61, (2002).]
Hadis, sayılan şu üç
davranışın kibirli kimselerce yapılmadığını ifade etmektedir. Eşeğe binmek,
elbise olarak kumaşa sarınmak ve keçi sağmak. (İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/34)
ӿӿӿ
Necdet İÇEL
Yorumlar
Yorum Gönder