Mİ’RAÇ
GECESİ (4)
Mi’raç hadisesi, Receb ayı
içerisinde vuku’ bulmuştur. Receb ayı iki fazileti içinde cem’ eden bir aydır.
Kur’an-ı Kerim’de Eşhur-u hurum denen haram aylardan birisi Receb ayıdır. Ve
yine halk tarafından üç aylar diye bilinen şuhur-u selâseden bir tanesi Receb
ayıdır. Receb ayı haram ayların ve üç ayların ilkidir. Bu noktasıyla Receb ayı
yümünlü, bereketli bir aydır.
Hz. Muhammed
(sav) Receb-i Şerif’i ,Şabân-ı Şerif’i ve Ramazan-ı Şerif’i ifade ederken “
Receb-i şerifin diğer aylara üstünlüğü, Kur’an-ı Kerim’in diğer kitaplara
üstünlüğü gibidir. Şaban-ı şerifin diğer aylara üstünlüğü, benim diğer sair
peygamberlere üstünlüğüm gibidir, Ramazan-ı şerifin üstünlüğü, Yüce Allah’ın
mahlûkâta üstünlüğü gibidir” (Abdül Kadir-i Geylani; üç aylar ve
faziletleri Sf:5.Mütercim: Mustafa Güler. Nur Yayınları . 6. baskı.Ankara) ifadesiyle
bu mübarek ayların değer ve kıymetini belirtirler.
Mi’raç
olayı, Mekke döneminde bi’setin onbirinci
veya onikinci senesinde meydana
gelmiştir.
Mi’raç’ın manası
Mi’racı
hazırlayan sebepler, faktörler vardır. Fakat ilk olarak miraç nedir?özelliği
nasıldır? Onu öğrenmeliyiz.
Mi’raç
lügatta; yükselme manasınadır ki, bu yükselme şekli bir kavis çizip sonra
yukarıya doğru dikey şekilde çıkmaktır. Varabileceği en son noktaya ulaşma
manasına da gelir.
Mi’raç kelimesinin zıttı nuzüldür. Yukarılara
kadar çıktıktan sonra inmeye de nüzul denir. Tasavvufî bir ifadeyle ele alacak
olursak,bir sâlikin seyr-ü süluk ederken seyrini Allah’a doğru yapmasıyla arşı
uruç yapmasıdır. Bu halktan hakka doğru gitmesi demektir. Ve netice de belli
bir makama ulaştıktan sonra halk içine inmesi gerçekleşir ki, buna kavs-ı nuzül
denir.
Mi’raç ile Şakk-ı Kamer mu’cizelerinin
farkları;
Mi’raç; Hz.
Muhammed (sav) in en büyük mu’cizelerinden biridir. Diğer peygamberlerde
olmayan sadece Hz. Muhammed(sas)’e mahsus olan iki tane büyük mu’cize
vardır;bunlardan birisi mi’raç diğeri Kur’an’dır. Kur’an-ı Kerim Peygamberimize
(sav) verilmiş olan en büyük mu’cizedir. Ondört,onbeş asırdır devam ediyor ve
kıyamete kadar da etkisi, evrenselliği, mu’cizevi özellikleri devam edecektir.
Ve Efendimizin ikinci büyük mu’cizesi de mi’raçtır. Efendimiz (as)’ın sema ile
ilgili iki tane mu’cizesi vardır.
Mi’raç ve
Şakk-ul Kamer (ayın bölünmesi) dir. İkisi de sema ile ilgili olduğu halde,
arada ciddî farklar vardır:
Mi’raç; sema
ile alakalıdır. Peygamberimizin peygamberliğini sema ehline gösterdiği bir
mu’cizesidir. Ayın ikiye bölünmesi olarak bilinen Şakk-ı Kamer mu’cizesi, daha
çok peygamberliğini yeryüzü sakinlerine gösterdiği bir mu’cizedir.
Mi’raç Hz. Muhammed (sav) ‘in kulluk
çekirdeğinden gelişerek neşv-ü nema bulmuş,âlemde dal budak salmış ve en son
cennet âlemi ile Cenab-ı Hakk’ın cemalini görme noktasına kadar inkişâf ettiği
bir mu’cizedir. Mi’raç; efendimizin kulluk çekirdeğinden müesses olan
abdiyetinin mu’cizesidir. Şakk-ul kamer ise nübüvvetinin mu’cizesidir.
Mi’raç ile
şakk-ul kamer arasındaki farklardan bir tanesi de; mi’raç, getirdikleriyle,
semeresiyle ümmete ve insanlığa kıyamete kadar devam edecek faydalara hâvidir.
Daimî olmuş ve neticesiyle bu günlere kadar gelmiştir. Şakk-ul kamer ise def’i ve ânî olan bir mu’cizedir. Hissî
ve ümmet için gerçekleşmiş olduğu zamanda bir imtihan olmuştur. (B.S. Nursi; Sözler,
Shf:654, Sözler Yayınevi, 1989, İst)
Mi’raç’ın tarifi
Din-i
mübin-i İslam’da anlaşılan mi’racın tanımı şöyledir; Hz. Muhammed (sav)’in,
Allah’ın lütfu, inâyeti ve keremiyle Mescid-i Haram’dan alınıp Mescid-i Aksa’ya
getirilmesi, (İsra:1) orada peygamberlerin ervahına imam olduktan sonra, (İslam Tarihi M.Asım Köksal
,Mekke devri, Shf:308,İrfan Yayın evi,İst1973) semâvat
âlemlerine seyr-ü sefer yaptırılıp O
âlemlerde –Cenab-ı Hakk’ın ifadesiyle- “büyük ayetleri”(İsra:1;Necm;18) görmesi ve
seyr-ü seyahat yaparak Sidret’ül Müntehaya çıkması, (Necm:14) kab-ı
kavseyn’e ulaşması, (Necm:9) oradan da cennete götürülmesi, (İslam Tarihi M.Asım Köksal ,Mekke
devri, Shf:312,İrfan Yayın evi,İst1973) bu safhadan tekrar geriye döndürülmesi
ve Mescid-i Haram’a indirilmesiyle son olan bir mu’cizedir.(Elmalılı M.Hamdi Yazır Hak
Dini Kur’an dili C:5 , Shf:276,Azim dağıtım İst.,Tarihsiz)
Mi’rac Mu’cizedir, Sebepler Üstüdür
Mi’raç;
Allah’ın yarattığı bir mu’cizedir. Allah’ın gücü ile yaratıldığından dolayı biz
onu rahatlıkla kabulleniyor ve inanıyoruz.
Fakat bu olayı sebepler dairesinde
değerlendirirsek , bir insanın sınırlı derecedeki aklının anlaması
,kavraması ve kabullenmesi zor olacaktır. Ya batılı müsteşriklerin yaptığı gibi
te’vile kalkışılacak, ya da Efendimizin(sav) bu mu’cizeye, ruhuyla mı?
yoksa ruh ve bedenle mi? Gerçekleştirdi,
sorularına cevap arayacağız. Sebeplerle izahını yapamayacağımızdan belki de
inkarına sapacağız ve böylece imanımızı lekedâr etmiş olacağız.
Mi’raç; mu’cizedir
ve fevka’l-esbaptır. Tâkât-ı beşerin ve tabiî sebeplerin çok üstündedir.
Allah’ın kuvvetiyle , nâmütenahi güç ve kudretiyle meydana gelen, tabiat üstü
müthiş hadisedir.Mu’cize lügat manasıyla “acze düşüren , bir şey yapmada
başkalarını geride bırakan; kimsenin yapamayacağı bir yoldan olan” demektir.(Ferit Develioğlu ,
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat; shf:790,Aydın Kitabevi,1982 Ankara)
peygamberler peygamberlikleri ile zuhur ettikleri zaman;
a)-
peygamberlerin elinden meydana gelen,
b)- peygamberlerin
peygamberliğine şehadet eden,
c)- Allah’ın
yaratmasıyla meydana gelen,
d)-
Hârikulâde hadiselerdir.
Dini ıstılahta mu’cize tanım olarak şudur:(Elmalılı M.Hamdi Yazır Hak Dini Kur’an dili
C:4, shf:105, Azim Dağıtım, ist.; İmam
Kastalani Mevahib-i Ledünniye tercümesi, c:1, shf:590-94 sadeleştirme: H. Rahmi
Yananlı, Divan Yayınları 1983,İst)
Mi’raç gibi şakk-ül kamer gibi mu’cizeler
tabiat üstü, hârikulâde olan ve beşerin mantığıyla ve sebepler dairesinde izah
etmekten aciz kalacağımız olaylardır.
Batılı’nın mu’cizelere bakışı
Batıda Hz.
İsa’nın mucizelerini inkar edenler, akıl
ve mantıkla bunları te’vil etmeye çalıştılar, tabiattaki câri kanunlarla, sebeplerle
bunları çözmek istediler. Fakat bu çalışma da başarılı olamayan ve izahını
bulamayan inkar yolunu seçti. Mevcut ilmi kıstaslar içinde bir insanın semalara
gitmeye imkanı yoktur. Öyleyse ya te’vil edecekler ya da inkara sapacaklardır.(Elmalılı M.Hamdi Yazır Hak
Dini Kur’an dili c:4,shf:98-99 Azim Dağıtım İst.)
Batıda David
Hume mu’cizeleri inkarı karşısında, (Davit Hume,İnsan
Zihni Üzerinde Bir Araştırma shf:172,173
,Tercime:Selmin Evrim,İst.1974) Avrupalı H.Poinjare ve Jean gibi
kimseler Hz. İsa’nın mu’cizelerini anlatmak için, bir türlü te’vile girmişler,
tekellüflere düşmüşlerdir. (Sir James Jean,Esrarlı kainat ,Shf:2-11-12,Tercüme :Salih
Murat Uzdilek, İst.1950) Meselâ; bir insan hava da uçar
mı? Hz. İsa semaya yükselmiş, fakat
tabiat kanunları içinde bu olayın vukuu mümkün mü? Hz. İsa (as) ‘ın bu
mucizesini inkar ederek, Edikton ve Jean tevil yolunu takip ettiler. İnkarcılar
karşısında şirin görünmek maksadıyla dediler ki: “ Efendim, meselâ bir cisim
havada çok süratli gidince enerjiye dönüşür. Enerjiye dönüştüğünde mahiyeti
zarar görmez,ileride gittiği zaman ki yerinde, tekrar kesif haline gelir.
Tekrar hareket ettiğinde enerji olur Enerji maddeye, madde enerjiye dönüşmek
suretiyle bir cisim havada uçar.” gibi tekellüflü te’villerle Hz. İsa’nın
mu’cizelerini ele aldılar.
Maddeci mantıkla Hz. İsa (as)’ın
mu’cizelerini değerlendiren batılı insanlar zuhur ettiği gibi; son devirde
İslam dünyasından da müsteşrik kafasıyla düşünen, batının bu alçak basıncının
tesirinde yetişen , bizde de, az dahi olsa eziklik duygusu içinde yetişmiş
ulema vardır. Ezher’in Muhammed Abduh’undan alın, Pakistan’ın Nedviler’ine
kadar… Bu psikoloji ile Allah Rasulü’nün mucizelerini izah etmeye ve te’vile
kalkıştılar. (M. Fethullah Gülen
16 Ocak 1976 tarihli Mu’cizat vaazi) Akılla mu’cizeyi açıklayamayınca da te’vil etme
lüzumunu duydular. Şarkta ve garpta nice insanlar, İbn-i Rüşt, (İbn-i Rüşht, Ebül-Velid Muhammed b.Ahmet Mena hiccil-edille fi
akaidi’mille shf:208-209,Tercüme Dr. Mahmut Kazım, Mısır 1964) Cemaleddin-i
Afgânî ,Muhammed Abduh, (Muhammed
Abduh,Tefsir’ul-Kur’anıl-Hakim(Tefsir’ul Menan),C:xı,shf161,Mısır 1353) Reşit Riza, (Muhammed Reşit Rıda,El –Vahyül Muhammedi,Shf:72,Mısır 1367/1948) Muhammed Heykel, (Muhammed
Mustafa Heykel,Hz Muhammed Mustafa,Tercüme eden:Ömer Rıza
Doğrul,shf:56,İst,1972) Muhammed Hamidullah, (Muhammed Mustafa Heykel,Hz
Muhammed Mustafa,Tercüme eden:Ömer Rıza Doğrul,shf:56,İst,) ve Muhammed
El Gazali gibi ve Türkiye’deki uzantılarına kadar bu konuda maddeci bir
mantıkla yaklaştılar.
Mi’racın
mu’cize olması yönüyle değil de akıl ve mantık
dairesinde te’viledilmesi, mu’cize mantığına terstir. Çünkü mu’cize,
doğrudan doğruya Allah’ın yaratmasıyla meydana gelir. Allah’ın güç ve kudretini
labaratuvarın dar kalıpları arasına sokmamız; tabiat kanunları içersinde ve
sebepler dairesinde değerlendirmemiz ve akılla onu anlamaya,kavramaya çalışarak
tevil etmemiz doğru değildir. Bu faaliyetler hadd-i zatında Allah’ı
tanıyamamak, güç ve kuvvetini tam olarak takdir edememekden
kaynaklanmaktadır.
Efendimiz
(as) miraca, “Ben gittim” demiyor. Kur’an-ı Kerim’de; “Bir gece kendisine bazı
delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammedi, Mescid-i Haramdan, çevresini
mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren O zatın şanı yücedir...”( isra
Suresi 17-1), deniliyor. Allah’ın güç ve kudretiyle götürüldüğü
ifade ediliyor. O Allah (cc) öyle bir Allah ki her zaman “Lâ havle velâ kuvvete
illâ billâh:” (Et-Tirmizi,El-Cami’us Sahih ,Muhammed b.İsa , Kitab-üd Deuvat 141,3596Daru’u
İhyai’t Türasi’l Arabi,Beyrut Tarihsiz) ile ifade ederiz. Güç ve kuvvetinin
namütenahi olduğunu belirtiriz.
Diğer bir
ayet-i kerime de: “Ama onlar, Allah’ın kudret ve azametini hakkıyla taktir
edemediler. Ona layık tazimi göstermediler. Halbuki bütün bir dünya kıyamet
günü Onun avucunda, gökler âlemi de bükülmüş olarak elinin içindedir. Böyle bir
azamet ve hakimiyet sahibi olan Allah,onların uydurdukları şeriklerden yücedir,
münezzehtir.” (Zümer
Süresi 39-67) demiştir. Benim çok rahat tesbihin tanelerini
çevirdiğim gibi, Allah (cc) kevn-ü fesat âleminde, arş ve kürsî âleminde,
şehadet ve gayp âlemlerinde, ne kadar yarattıkları varsa, kabzay-ı
tasarrufunda, tesbih taneleri gibi çevirir.
İşte bu güce
ve kudrete sahip olan kudreti sonsuz olan Yüce Allah(cc), bir gece abdini aldı.
Mescid-i Haramdan mescid-i Aksa’ya götürdü. Oradan semavat âlemine seyr-ü sefer
yaptırıp büyük ayetlerini gösterdi. Sidre-i müntehadan kab-ı kavseyn’e kadar
gezip dolaştırdıktan sonra yeniden eski yerine getirdi. Allah (cc) bir şeye “
Ol! ” der oluverir: “Bir şeyi dilediğinde O’nun buyruğu, sadece ‘Ol!’ demektir,
hemen oluverir...” (Yasin Suresi 36-82)
Allah’a her
şeyin kolay olduğunu anlıyoruz. Bu mu’cizeyi de Allah’ın güç ve kudreti
noktasıyla ele almazsak, elbette ki, dar akıllılarla, sebeplerin dar
kalıplarıyla bu büyük hâdiseyi anlamak mümkün olmayacaktır. Ziya Paşa da;
“İdrak-î
meâli bu küçük akla gerekmez.
Zira bu terazi bu kadar sîkleti çekmez.”
demiştir.
Necdet İÇEL
Yorumlar
Yorum Gönder