Ana içeriğe atla

TOPLULUĞUN DEĞİŞMESİ NEYE BAĞLI ?

SORU: “Fatir: 4:  “Allah ona bahșettigi lutuflari geri alarak o toplumu degistirmez (bir toplum kendi iç dunyasinda menfi manada kendini degistirmedikce)..”

Son sebepler bu ayete bakıyor denilebilir mi?

Çok değerli kardeşim!

Buyurduğunuz ve sorduğunuz o husus, Ra’d Suresi 11. âyet ile Enfal Suresi53. âyetlerinde geçiyor.
 
Âyetler siyak ve sibaklarıyla ve o hususa temas eden diyer ayetlerle beraber ele alınıp  değerlendirilirlerse makasıd-ı İlahiyeye uygun manalar anlaşılabilir.

Aşağıda ki izahlardan anlaşılacağı gibi, değişim (müspet veya menfi) önce fertlerden başlıyor. Meyve Risalesinin 4.meselesinde anlatıldığı gibi kalp merkezinden muhite doğru devam ediyor.

  Bu değişim ırk, millet, mü’min, kâfir, belli zaman ve mekanlar ayırımı yapmaz. Fakat Kur’ân-ı Kerîm, bir irşad nezaketi olarak misallerini bazen Yahudilerden , bazan de Fir’avun ve taraftarlarından verir. Üstadın “lemeât” ta, “EL HAKKU YA’LU…..”başlığı altında anlattığı gibi sonuçlar, galibiyetler- mağlubiyetler her toplum ve inanç grupları için geçerlidir.

Menfî değişim ve çöküşte (bu ayetlere göre) şu şartlar nazara verilmiştir:

-Allah’ın âyetlerine karşı baş kaldırı. Va’z edilen Kur’ânî ölçülere riayet etmemek suretiyle nankörlük yapma felâketi.

-Hayatın bütün noktalarında Fir’avun ahlâkı ile ahlâklanma perişaniyeti.

-Allah’ın günah dediği şeyleri inandığı halde işleme rezaleti.

Dünyadaki kötü akibetin yaratılması (Allah’ın bizler için sonuç takdiri) haşirdeki sonuç takdiri ölçüleriyle olacaktır. Yukarıda sayılan felaket sebepleri hasenatlarımıza galebe çalıyorsa bizler için kötü sonuç mukadderdir. Neûzü billâh…

Bunun için irşadın, temsilin öne çıkması ve bunu yapanların öncelikli olması ve önlerinin açılması lazımdır.

Organize ve personel işi mergubmeta olmuş bir cemaat bitişe doğru gittiği söylenebilir.

Cenab-ı Hak âkibet ve âhiretimizi hayırlı eylesin..

Şimdi âyetlere geçiyoruz:(Elmalı Tefsirinden)
 

        RA’D SURESİ:11 (13. Sure): “O insanın önünde ve ardında devamlı sûretle nöbetleşerek görevlendirilen melekler vardır. Bunlar, Allah’ın emrinden ötürü, onu koruyup kollarlar. Bir toplum kendinde olan durumu değiştirmedikçe, hiç şüphe yok ki, Allah da o toplumda olan hali değiştirmez. Allah bir toplum için de kötülük irade buyurdu mu, onu geri çevirecek kuvvet yoktur. Artık Allah’ın dışında onları himaye edecek kimse olamaz.”

Her biri için önünden ve arkasından birtakım muakkipler, takip edici, izleyici kuvvetler vardır ki, onu hıfzederler, her birinin sözünü ve işini kaydederler veya sürekli olarak izleyip korurlar, muhafaza ederler. Ki, onlar Allah'ın emrindendirler. Yani bu takip edici güçler veya bu koruyucu kuvvetler "De ki, ruh Rabbimin emrindendir" (İsra, 17/85) ayeti gereğince Allah'ın emrinden ibaret olan birtakım ruhlar veya meleklerdir. Bundan dolayı her birinizin bütün söyledikleri ve yaptıkları, Allah Teala'nın kontrolü, gözetimi, gözlemi ve izlemesi altındadır.

Bütün oluşları ve olayları ile hayat her bakımdan O'nun yönetimindedir. O halde hepsi bilinen, her yönüyle kontrol edilen ve inceden inceye izlenen bir şeyin gizlisi, açığı olur mu? Sizce gizli veya açık diye adlandırılan bütün sözleriniz ve bütün davranışlarınız karşılıksız kalır mı? Muhakkak ki, Allah, herhangi bir kavimdeki hali değiştirmez, onlara bahşettiği nimet ve ikbali ya da iyi, kötü herhangi bir hali ve hasleti değiştirmez ta onlar kendi özbenliklerindekini değiştirinceye kadar. Yani, kavimler bir süre için iradelerinde serbesttirler ve sorumlulukları iradelerine göredir. Şimdiye kadar hep böyle olagelmiştir, bundan sonra da böyle olacaktır.

Bununla beraber Allah bir kavme bir fenalık murad ettiği vakit artık onu geri çevirecek hiçbir kuvvet yoktur, onun önlenmesine imkan yoktur. İsteseler de istemeseler de Allah'ın murad ettiği o kötülük, geçici ise geçici olarak, ebedi ise ebedi olarak mutlaka meydana gelir ve hiçbir şekilde önlenemez. Ve onların Allah'dan başka bir velileri de yoktur. Ki, ona bir çare bulsun.

                                                                                ӿ

Enfal:52:  “Bunların gidişi, tıpkı Firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin tutumu gibi oldu: Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler, Allah da günahları sebebiyle onları bastırıverdi. Çünkü Allah pek kuvvetli, azabı da çok şiddetlidir.”

Enfal:53:  “Bu cezanın sebebi şudur: Bir millet kendilerinde bulunan güzel ahlâk ve meziyetleri değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimeti, güzel durumu değiştirmez. Bir de şundan ki: Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir (dolayısıyla herkese lâyık olduğunu verir).” 

Tıpkı Firavun'un izinden gidenlerle onlardan öncekilerin gidişi gibi onlar da Allah'ın ayetlerini tanımadılar, Allah da kendilerini günahları yüzünden tutuklayıverdi. Çünkü Allah çok kuvvetli ve azabı çok çetin olandır.
Bu, Allah'ın bir kavme verdiği nimeti, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmemesinden dolayıdır. Gerçekten de Allah hakkiyle işiten, herşeyi bilendir.

 Bu, yani bu adetin böyle olması, bütün bunların başlarına gelen cezaların ve ikabın böylece kendi amellerine, dayanması şu iki sebep iledir ki, Allah Teala bir kavme, bir topluma ihsan ettiği nimeti durup dururken değiştirecek değildir. Ta onlar kendilerindekini değiştirinceye kadar. Yani onlar o nimete erdikleri zaman kendilerinde o nimete sebep ve vesile olan fıtri misakı, ahlak ve güzel amelleri, kendileri bozup değiştirinceye kadar, huylarını değiştirinceye kadar Allah'ın o nimeti değiştirmesi, Allah'ın adetlerinden değildir.

 İlahi adet kişisel sebeplere dayalı olarak verdiği nimetin değişmesini de yine kişisel huyların ve davranışların değişmesi sebebine bağlamıştır. Ki insanın sorumluluğu da buna dayanır. Sebeplerin birincisi işte budur. İkincisi de Allah kesinlikle herşeyi işitir ve bilir. Çünkü Allah herkesin içyüzünü bilir, ne söylediğini de işitir. Onun gözünden hiç kimse birşey kaçıramayacağı için, O da ona göre hesaba çeker.

 Şu halde akıl ve irade, küfür ve iman, ahlâk ve amel gibi kişisel sebeplere bağlı olan nimetlerin dışındaki doğrudan doğruya alınıp verilen nimetler bu konunun dışındadır. Hiç şüphe yok ki, bu konuda bütün kişisel sebeplerin kıymeti, nimet veya nimet sayılan şeylerin gerçek yüzünü tanıtan ayetleri tanıyıp tanımamaktan ileri gelmektedir.

Bir kimsenin kendi fıtratını ve fıtratla ilgili ahdini bozması ve kendisine varid olan sezgi ve delillerin yardımıyla hakkı duymaması ve duymak istememesi elindeki nimetin değişmesine sebep olur. Yine bir kavmin kendi içinde veya dışında bulunan ve kendilerine ilahi ahkâmı tebliğ eden hak rehberlerinin davetini duymak ve tanımak istememesi, toplumsal şuur ve zihniyetlerinde öyle bir bozukluktur ki, bu da onların ellerindeki nimetlerin değişmesine ve elden çıkmasına sebep olur.

İşte bu huy ve şahsiyet değişikliği:

Tıpkı Firavun'un izinden gidenlerle onlardan öncekilerin gidişi gibi, Rabblerinin ayetlerini yalanladılar. Biz de onları günahları yüzünden helak ettik. Firavun ile arkasından gidenleri suda boğduk. Hepsi de zalim idiler.

Bu, yani bu adetin böyle olması, bütün bunların başlarına gelen cezaların ve ikabın böylece kendi amellerine, dayanması şu iki sebep iledir ki, Allah Teala bir kavme, bir topluma ihsan ettiği nimeti durup dururken değiştirecek değildir. Ta onlar kendilerindekini değiştirinceye kadar. Yani onlar o nimete erdikleri zaman kendilerinde o nimete sebep ve vesile olan fıtri misakı, ahlak ve güzel amelleri, kendileri bozup değiştirinceye kadar, huylarını değiştirinceye kadar Allah'ın o nimeti değiştirmesi, Allah'ın adetlerinden değildir.

İlahi adet kişisel sebeplere dayalı olarak verdiği nimetin değişmesini de yine kişisel huyların ve davranışların değişmesi sebebine bağlamıştır. Ki insanın sorumluluğu da buna dayanır. Sebeplerin birincisi işte budur. İkincisi de Allah kesinlikle herşeyi işitir ve bilir. Çünkü Allah herkesin içyüzünü bilir, ne söylediğini de işitir.

 Onun gözünden hiç kimse birşey kaçıramayacağı için, O da ona göre hesaba çeker. Şu halde akıl ve irade, küfür ve iman , ahlak ve amel gibi kişisel sebeplere bağlı olan nimetlerin dışındaki doğrudan doğruya alınıp verilen nimetler bu konunun dışındadır. Hiç şüphe yok ki, bu konuda bütün kişisel sebeplerin kıymeti, nimet veya nimet sayılan şeylerin gerçek yüzünü tanıtan ayetleri tanıyıp tanımamaktan ileri gelmektedir.

Bir kimsenin kendi fıtratını ve fıtratla ilgili ahdini bozması ve kendisine varid olan sezgi ve delillerin yardımıyla hakkı duymaması ve duymak istememesi elindeki nimetin değişmesine sebep olur. Yine bir kavmin kendi içinde veya dışında bulunan ve kendilerine ilahi ahkamı tebliğ eden hak rehberlerinin davetini duymak ve tanımak istememesi, toplumsal şuur ve zihniyetlerinde öyle bir bozukluktur ki, bu da onların ellerindeki nimetlerin değişmesine ve elden çıkmasına sebep olur.
İşte bu huy ve şahsiyet değişikliği:

Tıpkı Firavun'un izinden gidenlerle onlardan öncekilerin gidişi gibi, Rabblerinin ayetlerini yalanladılar. Biz de onları günahları yüzünden helak ettik. Firavun ile arkasından gidenleri suda boğduk. Hepsi de zalim idiler.

"Tıpkı Firavun'un izinden gidenlerle, onlardan öncekilerin gidişi gibi." (Araf Suresi 7/136. ayetin tefsirine bakınız.) Bütün bunların hepsi zalim idiler. İç dünyalarında inkar ve küfrü adeta iman ve tasdik yerine koymuş ve böylesine sübjefktif bir değişme ile kendi helaklerine sebep olmuş ve kendi kendilerine zulmetmiş zalim kavimler idiler.

                                                                                          Necdet İÇEL



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

                                  HURÛF-EBCED-CİFİR Harflerle rakamlarda tabiat ve hadiseleri etkileme gücünün bulunduğu veya bunların gaybdan haber vermede yararlı olduğu iddiasına dayanan sözde bir ilim. Literatürde daha çok ilmü’l-hurûf olarak geçmektedir. Gizli anlamlar içerdiği kabul edilen harflerin insana ve tabiata tesir ettiği inancına eski Mısır, Yakındoğu ve Hint uygarlıklarında, daha sonraları yahudi, hıristiyan ve İslâm kültürlerinde rastlamak mümkündür. Grek filozofları arasında da bu telakki zaman zaman kabul görmüştür. Nitekim Pisagor , âlemin ilk prensibinin aralarında bir düzen ve uyum bulunan sayılar olabileceğini ileri sürmüştür. Kaynaklarda Aristo’nun bile sayı ve harflerin esrarıyla ilgili bir eser yazdığı kaydediliyorsa da Arapça’da Kitâbü’s-Siyâse fî tedbîri’r-riyâse denilen bu kitabın uydurma...
                         BEŞİNCİ LEM’A   “…HASBÜNALLÂHU VE Nİ’MEL VEK Ȋ L” (Âl-İ İmran:173)        “Onlar (o mü’minler) öyle kimselerdir ki, halk kendilerine; ‘Düşmanınız olan insanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun!’ dediklerinde, 
 bu söz onların imanlarını arttırdı ve Allah bize yeter, O ne güzel vekildir! dediler.” 
 (Âl-i İmrân:173) Üstad hazretleri Risale-i Nur’u te’lif ederken bazı yerleri isim verdği halde telif etmemiştir.Bunlardan birtanesi de 5.Lem’adır.Keşke 5.Lem’ayı te’lif etseydi ve İbrahim aleyhisselâmın “ hasbî ve halîl olma” kahramanlığını bütün yönleriyle öğrenme şansına sahip olabilseydik. Çünkü bizim mesleğimiz (21.Lem’ada da anlatıldığı gibi) haliliyedir.Halil olan da ‘Halilullah’ makamının sahibi Hz.İbrahim aleyhisselâmdır. Halîlullah olan (Allah’ın dostu) İbrahim aleyhisselâm, hasbî’ni...
HELÂK OLMA SEBEPLERİ Hz. Nuh aleyhisselam devrinden günümüze kadar pek çok kavimler helâk olmuşlardır. Allah onların yerine başkalarını getirmiş ve bu kanun sünnetullah olarak, cebri determinizm içerisinde devrimize kadar devam etmiş gelmiştir. Aynı sebepler aynı sonuçları doğurur prensibiyle diyebiliriz ki, daha önceki kavimleri helâk eden sebepler ne ise, bugün de aynı sebepleri yaşayanların da sonuçları benzeri gibi olacaktır. Allah’ın gücü, kavimleri helâk ettiği gibi aynı sebepleri yaşayan bugünkü toplumları helâk etmeye de gücü yeter: “De ki: Allah’ın gökten ve yerden size azap göndermeye gücü yeter…” (En’am:65) Allah kavimlerin başına felâketler gönderirken -hâşâ- Onlar’a zulmetmez: “Şüphesiz ki, Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Fakat insanlar kendilerine zulmederler…” (Yunus:44) Helâk olanlar şu sebeplerle helâk olmuşlardır: Helâk olmanın en önemli ve birinci sebebi bütün çeşitleriyle zulümdür. Özellikle idareciler halkına zulmediyorlarsa felâketleri...