10.
Lem’a da Geçen İsimlerden
KULEÖNÜ’LÜ HAFIZ MUSTAFA
Kuleönlü Hafız Mustafa Hulusi, bir kaç
haftadır odasına çekilip bir şeyler okuyup yazmaktaydı. Hazine bulmuş gibi
neşeli hareketleri, hanımının dikkatini çeker. Bazı geceler yakın arkadaşları
evine geldiğinde getirdiği kâğıtlar üzerine saatlerce konuşurlardı.
Hafız
Mustafa’nın hanımı, kocasındaki bu değişikliğin sebebini merak eder. Kendisiyle
eskisi gibi konuşmayan kocasıyla aralarına görünmez bir duvar örüldüğünü
hisseder. Bir akşam Hafız Mustafa kâğıtların içine gömülmüşken hanımı odasına
gelir, Mustafa’ya seslenir. Hafız Mustafa sanki uykudan uyanmış biri gibi tuhaf
tuhaf ona bakar ve: “Ne var hanım?” der.
Hanımı:
“Mustafa, birkaç haftadır senin hal ve hareketlerinde değişiklikler görüyorum.
Sana ne oldu böyle? Seni çoğu zaman mutlu ve sevinçli bazen de dalgın görüyorum.
Mustafa, seni böyle değiştiren nedir? Olan bitenle ilgili bir şey söylemeyecek
misin? Sanki bu dünyada değil de başka bir âlemde yaşıyor gibisin” der. Hafız
Mustafa gülümsedi. Durgun, dalgasız bir yüzle önce yutkundu, sonra gözleri ışıl
ışıl parladı. Yüzü mutluluktan bir gül yaprağı gibi masumlaştı ve kelimeler
ağzından döküldü: “Hanım, bundan birkaç hafta önce bir zatla tanıştım” dedi.
Hanımı: “Ee ne
var bunda?” dedi. Mustafa: “Bu zatla tarifi imkânsız bir zaman geçirdim. Bu
zata önce abdest ve namazla ilgili sorular sordum. Ardından o konuşmaya
başladığında sohbetinin gökyüzünden yağan yağmur taneleri gibi şefkatle ruhuma
dokunduğunu hissettim. Onunla konuştukça kalbimde küflenen yaraların tedavi
olduğunu anladım. Kara bulutlarla dolmuş gökyüzü gibi olan kalbim ve aklım
sohbetten sonra bulutsuz berrak bir gökyüzüne dönüştü. Bu zata ‘Bediüzzaman
Said Nursî’ diyorlar.” dedi.
Yeğeni
Abdurrahman’ın vefatı onu çok üzmüş. Bu sebepten Barla’nın dere ve dağlarını
yalnız başına geziyor. Vefat eden yeğeni Abdurrahman daha 28 yaşlarında gençten
biriymiş. Bu birkaç hafta içinde Bediüzzaman’a çeşitli sorular sordum. Ondan
çok değişik ve farklı cevaplar aldım. O zat beni kendine yakın hissetmiş olacak
ki bana: “Seni Abdurrahman’ın yerine talebe olarak kabul ettim!” dedi. O kadar
mutlu oldum ki sevincimi anlatamam. Beni yeğeni Abdurrahman’ın yerine kabul
etmesi, bana verdiği değerden olduğunu biliyorum. Bana yazdığı kitaplardan
birini okumam için verdi. Kitabı okuduğumda, yıllardır zihnimde çözemediğim
soruların cevaplarını buldum.
Kitapları
okudukça gece beni uyutamayan şüphelerim bir sis bulutu gibi uçup gitti. Bu
kısa sürede okuduğum kitaplar sayesinde kendimi yirmi sene medresede ders
görmüş bir talebe gibi yeterli görmeye başladım.
Geçenlerde
yanıma arabiyat dersi okutan hocalardan biri geldi. Benimle yaptığı sohbetten
sonra bana hayretler içinde kaldığını söyledi. Bu hoca, Mürşid-i kâmil
terbiyesi görmüş biriyle yaptığım bir sohbette benden işittiği kelimeler
karşısında bana: “Bu ne muazzam sözler!” dedi. Artık çok değerli hocalar, iki
diz üzerine oturup bana: “Risale okuyuver!” diyorlar.
Hanım, ben
yıllardır aradığım hazineyi buldum! Bazen hâlâ rüyada mıyım diye bu
gördüklerime inanamıyorum. Bu gün ne oldu biliyor musun? Bediüzzaman
Hazretleri Sallabacak olan lâkabımı değiştirerek: “Bundan böyle senin
lâkabın Sarıbıçak’tır.” dedi. Ayrıca yeğeni Abdurrahman’a verdiği
Risaleleri yazma görevini bana verdi. Hanım! Sana söylüyorum bundan daha büyük
saadet olur mu?
Bediüzzaman
Hazretleri, Sofuoğlu Mübarek Hafız Mustafa Hulusi Sarıbıçak’ın ( Ertürk)
çalışkanlığını ve samimiyetini gördükten sonra onu mübarekler heyetinin ilk
temsilcisi yapar. Hafız Mustafa’nın ismi, Risale-i Nur’da Mübarek
Mustafa olarak geçer.
Hafız Mustafa,
bazı geceler sohbete gittiğinde eve geç geldiği olurdu. Hanımı, Hafız
Mustafa’nın geç kaldığı gecelerde ‘ya Risale yazıyordur ya da yeni gelen bir
Risaleyi okuyordur’ diye düşünürdü. Hafız Mustafa o gece eve dönmez. Hanımı,
Kule önündeki akrabalarına, komşulara Hafız Mustafa’yı sorar; ama ondan hiçbir
haber alamaz. Hanımının yüreğine bir korku düşer. Karanlıkta kandilsiz kalmış
gibi kendini sahipsiz hisseder. O gün akşama kadar kapı kapı dolaşarak ondan
bir haber bekler. Gece olunca korku ateşi, içindeki kızgın bir demir gibi
sabaha kadar üzerine saldırır. Ondan günlerce haber alamaz. Evde zor günler
için biriktirdikleri parayı alarak Isparta’ya gider.
Orada Hafız
Mustafa’yı sorup soruşturduğunda onun Bediüzzaman Said Nursî’yle beraber
tutuklandığını öğrenir. Isparta çevresinden 120 kişinin tutuklandığını ve
Eskişehir Hapishanesi’ne götürüldüğünü öğrenir. Hafız Mustafa’nın hanımı 1935
yılının Mayıs ayı başında yola koyularak zahmetli bir yolculukla akşam
saatlerinde Eskişehir’e varır.
Cezaevine gider
ve Hafız Mustafa’yı görmek ister; ancak görüşmenin gündüz saatlerinde
olabileceğini öğrenir. O geceyi otelde geçirmenin uygun olmayacağını düşünür.
Geceyi korunaklı bir duvar dibine sığınarak geçirir. O gece korku, ayaz ve
kimsesizlik üç başlı ejderha gibi ona saldırır. Sabahın ilk ışıklarıyla ceza
evinin kapısında eşini görebilmek için sıra bekler. Bu görüşmede Hafız
Mustafa’nın iyi olduğunu görür ve durumun ne olduğunu öğrendikten sonra
Kuleönü’ye geri döner.
Hafız
Mustafa’nın cezası biter ve eve döner. Ömrünün bütün zamanını Risale yazarak ve
okuyarak geçirir. 1905 yılında Kuleönü’de doğan Hafız Mustafa 1955 yılında
Kuleönü’de vefat eder. Kuleönlü Mübarek Hafız Mustafa Sarıbıçak, mübarekler
heyetinin ilk temsilcisi olarak samimiyet ve sadâkatiyle zihinlerde ve
gönüllerde yer etmiştir.
●●●
Necdet İÇEL
Yorumlar
Yorum Gönder