Ana içeriğe atla
ZİKRİN ÇEŞİTLERİ (6)
Her şeyin ve her ibadetin kendi içerisinde çeşitleri olduğu gibi, zikrin de kendi içerisinde çeşitleri, derece ve mertebeleri vardır.
Zikir, dil ile tekrar ede ede, kalbi devreye sokarak, beyin guddelerini tefekkür tarikiyle ihtizaza getirip, bütün letaifini tahrik edip, maddi ve manevi uzuvlarını “mâ hulika leh”ine (niçin ve hangi maksat için yaratılıp bize verilmiş ise) sevkederek insan-ı kamil veya mü’min-i kamil olarak Allah’ın rızasını kazanmaktır.
Zikir, kendi içinde ana hatlarıyla üç çeşit olarak ifade edilmiştir;
1-Dil ile yapılan zikir,
2-Kalp ile yapılan zikir,
3-Beden ve vicdanın bütün erkânıyla ile yerine getirilen zikir
1-Dil ile yapılan zikir
Cenab-ı Hakk’ın zât ismini, sıfatlarını, bütün güzel isimlerini yâd etmek, O’nun hamd-ü senâsıyla gürlemek, yerinde tespihler ve temcidlerle gerilmek, yerinde Kur’ân-ı Kerîm’i okumak ve onun rehberliğine sığınmak, yerinde aczini, fakrını dua ve münacat lisanı ile ilan etmek, yer yer Efendimiz aleyhisselâma salat-ü selamlar getirmek… İşte bütün bunların hepsi dil ile yapılan zikirler içerisinde mütalaa edilmişlerdir.
Bu hususta zikrin önemiyle alakalı anlattığımız âyetler içerisinde pek çok mükerrer emirler ve tavsiyeler vardır.
Bu zikirler herkesin kendisi tarafından yapılabileceği gibi Efendimiz aleyhisselâmın bazen sayısını verdiği adetlerde de yapılabilir. Bir mürşidin talimatı, teklifleri ve tavsiyeleri içinde de belli ölçülerde edâ edilebilir.
Zikrullah, Kur’ân okumak, dinlemek, Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber, Lâ ilâhe illallah gibi sözlerle Allah’ı anmak ve söylenen her sözde, yapılan her iş ve icraatta Allah’ın rızasını gözetmektir. Dil, böyle Allah’ı zikretmesiyle beraber zamanla gönle inmesi ve daha sonra da hayatımızın bütün safhalarına hâkim olması hedeflenir.
Ebûdderdâ (r.a); “Günde yüz kere “Allahu ekber” demek bence yüz dinar sadaka vermekten daha iyidir. (Münzüri, et-Terğib vet-terhib, c: 3, s: 84)
Dil ile yapılan zikirde Efendimiz aleyhisselâm döneminden verilebilecek pek çok misalleri vardır;
Hz. Ömer (r.a.) Müslümanların “Lâ ilâhe illallah” deyip tekbir getirdiklerini görünce; “Kâ’be'nin Rabbine yemin ederim ki onu söylüyorlar!” dedi. “O nedir?” diye sordular. Hz. Ömer de; “Onlar hem bu sözü söylemeye lâyıktırlar hem de bu söze sahip çıkanlardır.” (Fetih: 26) âyetini okudu. (El-Hindi, Kenz'ul Umma,l c: 1, s: 265)
Ebû Said el-Hudrî'den gelen rivâyette Efendimiz aleyhisselâm ; “Allah'ın rızasını kazanmaya vesile olan amelleri çok çok yapınız.” buyurdu. “Bu ameller hangileridir?” diye sordular. “Allahuekber, lâ ilahe illallah, Sübhanallah, Elhamdülillah, lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah, sözlerini söylemektir.” cevabını verdi. (Münzüri, et-Terğib vet-terhib, c: 3, s: 91)
Ebû Hureyre’den gelen rivâyette Efendimiz aleyhisselâm; “Cennet bahçelerine uğradığınız zaman fırsatı kaçırmayın, faydalanın” buyurdu. Ebu Hureyre; “Ya Rasûlüllah! Cennet bahçeleri nerelerdir?” diye sordu. “Mescidlerdir” buyurdu. “Oralardan nasıl faydalanırız?” diye sordu. “Sübhanallah! Elhamdülillah! Lâ ilahe illallah! Allahuekber! demek suretiyle” buyurdu. (Münzüri, et-Terğib vet-terhib, c: s: 84)
Ebu Zerr'den gelen rivâyette Efendimiz aleyhisselâm ; “Sana Allah'ın en çok sevdiği bir sözü söyleyeyim mi?” dedi. “Ey Allah'ın Rasûlü, Allah'ın en çok sevdiği sözü söyle” dedim. “Allah'ın en çok sevdiği söz; Sübhanallahi ve bi hamdihî'dir.” buyurdu. (El-Hindi, Kenz'ul Ummal, c: 1, s: 211)
Sa'd’dan gelen rivâyette; Efendimiz aleyhisselâmın yanındaydık, bize “Her gün bin sevap kazanmaktan aciz misiniz?” buyurdu. Arkadaşlarımızdan birisi; “Nasıl bin sevap kazanabiliriz?” diye sordu. “Yüz kere sübhanallah derseniz bin sevap kazanırsınız. Veya bin tane hatanız affedilir.” buyurdu. (El-Hindi, Kenz'ul Ummal, c: 1, s: 211)
Kays b. Sa'd b. Ubâde'den gelen rivâyette; Babam hizmetini görmem için beni Rasûlüllah'a göndermişti. Bir defasında ben iki rek'at namaz kıldıktan sonra Rasûlüllah aleyhisselâm yanıma gelip ayağı ile dürterek; “Sana cennet kapılarından birini göstereyim mi?” dedi. “Göster” dedim. “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh de” buyurdu. (Münzüri, et-Terğib vet-terhib, c: 3, s: 104)
Ebû Ümame'den gelen rivâyette; Rasûlüllah dudaklarımı oynatıp dururken beni görmüştü. “Niçin dudaklarını oynatıp duruyorsun ya Ebâ ümame?” diye sordu. “Allah'ı zikrediyorum ya Rasûlüllah” diye cevap verdim. “Gece gündüz yaptığın bu zikirden daha fazlasını ve daha efdalini sana söyleyeyim mi?” dedi. “Söyle ya Rasûlüllah” dedim. “Yarattıkları sayısınca Allah'ı tesbih ederim, yeryüzündekilerin sayısı kadar tesbih ederim, yerdekiler ve göktekiler kadar tesbih ederim, Kitabının kaydettikleri kadar tesbih ederim. Kitabında olanlar kadar Allah'ı tesbih ederim. Yarattıkları sayısınca Allah'a hamd olsun. Her şey sayısınca Allah'ı tesbih ederim. Her şey kadar Allah'ı tesbih ederim. Yarattıkları kadar Allah'a hamd olsun. Yerdekiler ve göktekiler kadar Allah'a hamd olsun. Yerdekiler ve göktekiler sayısınca Allah'a hamd olsun. Kitabının kaydettikleri sayısınca Allah'a hamd olsun. Kitabındakiler kadar Allah'a hamd olsun. Her şey sayısınca Allah'a hamd olsun. Her şey kadar Allah'a hamd olsun, dersin.” buyurdu. (Mecmaü’z-zevaid, c: 10, s: 94)
Hz. Enes'den gelen rivâyette; Rasûlüllah aleyhisselâm ile birlikte bir halkada oturuyordum. O sırada bir adam gelerek Rasûlüllah'a ve orada bulunanlara; “Esselâmü aleyküm ve rahmetüllah” dedi. Rasûlüllah da: “Ve aleyküm selâm, ve rahmetüllahı ve berekâtühû” diye selâmını aldı. Adam oturduktan sonra “Elhamdülillahi hamden kesiran, tayyiben mübareken fihi kema yuhibbu Rabbüna en yuhmede ve yenbegî leh.” (Rabbimizin istediği ve layık olduğu gibi en çok, en güzel ve en mübarek hamd kendisine olsun) dedi. Rasûlüllah aleyhisselâm; “Ne dedin?” diye sordu. Adam da söylediklerini aynen tekrar etti. Bunun üzerine Rasûlüllah aleyhisselâm şunları söyledi; “Kudret ve iradesi ile yaşadığım Allah'a yemin ederim ki, bunlar on tane meleğin yazmak için birbiriyle yarışa girdiği fakat nasıl yazacaklarını bilemeyip Allah'a ulaştırdıkları, Allah'ın da kulumun söylediği gibi yazın buyurduğu kelimelerdir.” dedi. (Münzüri, et-Terğib vet-terhib, c: 3, s: 102)
2-Kalp ile yapılan zikir
Kalp ile zikir Allah’ı gönülden çıkarmamak ve onu tefekkür etmektir. Başta Allah’ın verdiği bütün Rabbani duygular olmak üzere, vicdanının bütün rükünleriyle Allah’ı yâd etmek, yani O’nun varlığına dair delillerin mülahazasıyla oturup kalkmak, varlık kitabında sürekli parlayıp duran ve her an bize ayrı ayrı şeyler fısıldayan ilahi isim ve sıfatları düşünmek; sonra da O’nun cihan çapındaki rububiyet ahkamını, bu ahkam karşısında sorumluluklarımızla alakalı meseleleri, emr-ü nehiyleri, va’ad ve vaidleri, mükafat-ü mücazatları, tefekkür etmek; enfüsi ve afaki yollarla varlık ve varlığın perde arkası sırlarını araştırmak; bu araştırmalar esnasında basar ve basariyete açılan uhrevi güzellikleri tekrar ve tekrar temaşa etmek… Zerreden seyyarelere kadar her şeyin “alem-i kuds” hesabına atan birer nabız, alem-i lahuta nûr efşan bir tercüman ve hakikatül hakaika birer menfez olduklarını tasavvur etmek de bir kalbi zikirdir. (M. Fethullah Gülen, Kalbim Zümrüt Tepeleri, c: 1, s: 179)
Bütün mertebeleriyle bu kalbi zikre götüren dil ile zikrin samimi olmasıdır ve tefekkür yoluyla daima Cenab-ı Hakk ile beraber olmaktır. Tefekkür ile alakalı şu âyet, kalbi zikrin en önemli ifadesidir;
“Onlar ki Allah’ı gâh ayakta divan durarak, gâh oturarak, gâh yanları üzere zikreder, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve derler ki: "Ey Yüce Rabbimiz! Sen bunları gayesiz, boşuna yaratmadın. Seni bu gibi noksanlardan tenzih ederiz. Sen bizi o ateş azabından koru!” (Âl-i İmran: 191)
3-Beden ve vicdanın bütün erkânıyla ile yerine getirilen zikir
İlâhî emir ve yasakları, ciddi bir duyarlılıkla hayata taşıyıp yaşamak, her emir ve her yasakla kendisine yapılan teklifleri vicdanında hissederek, iştiyakla emirlerin ifâsına koşmak ve derin bir mes'ûliyet şuuruyla yasaklardan kaçınmak da bedenî zikirdir ki, lisânla yapılan zikrin derinliği de büyük ölçüde bu nevi zikirden kaynaklanmakta ve bu “anilmerkez” güçle bir ölümsüz ses hâline gelmektedir. Bedenî zikir daha çok, ulûhiyet kapısının tokmağına dokunmak sûretiyle, o dergâha kabul yollarını araştırarak beşerî acz ü fakrımızı ilân üslubuyla ilâhî kudret, ilâhî kuvvet ve ilâhî gınâya ihtiyacımızı bir arz hamlesidir. (M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, c: 1, s: 180)
Bedeni zikir maddi ve manevi bütün uzuvlarımızı Allah’ın kullanın dediği yerde, yerli yerince kullanmaktan ibarettir. Gözü Allah bize niçin vermiştir? Nerde kullanalım diye vermiştir? Kulağı, dili ve hakeza bütün cismani aletlerimizi yerli yerince, sırat-ı müstakim üzere kullanmak, bedenin zikridir. Bu, aynı zamanda nefsimizi Allah’a satmaktır.
“Meselâ, göz, bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, geçici, devamsız bâzı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsâniyeye bir kavvat derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine satsan ve Onun hesâbına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitâb-ı kebîr-i kâinatın bir mütâlaacısı ve şu âlemdeki mu'cizât-ı san'at-ı Rabbâniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübârek bir arısı derecesine çıkar.
Meselâ, dildeki kuvve-i zâikayı Fâtır-ı Hakîmine satmazsan, belki nefis hesâbına, mide nâmına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzâk-ı Kerîme satsan, o zaman dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i İlâhiye hazînelerinin bir nâzır-ı mâhiri ve kudret-i Samedâniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.
Ey göz, güzel bak! Adi bir kavvat nerede, kütüphâne-i İlâhînin mütefennin bir nâzırı nerede?
Ve ey dil, iyi tad! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazîne-i hâssa-i rahmet nâzırı nerede?
Ve daha bunlar gibi başka âletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten mü'min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvâfık bir mahiyet kesb eder. Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü'min, imâniyle Hâlıkının emânetini, Onun nâmına ve izni dairesinde istimâl etmesidir. Ve kâfir, hıyânet edip nefs-i emmâre hesâbına çalıştırmasıdır.” (Risale-i Nur Külliyâtı, Sözler, s: 32)
Allah’ın bizlere bahşettiği isimleri sayısınca duygular vardır. Bu duygularımızı su-i istimal etmeden sırat-ı müstakiminde kullanmak, nefsimizi Allah’a satmak, o da beden ve vicdan ile zikirdir. Aşkımızı, hırsımızı, kin ve nefretimizi, aklımızı, fikrimizi, zihnimizi… Allah’ın kullan dediği yerde kullanmak, zikrin en mükemmeli ve en zirvesi olan bedeni zikirdir.
“Meselâ, akıl bir âlettir. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, öyle meş'um ve müz'ic ve muacciz bir âlet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinânesini ve gelecek zamanın ahvâl-ı muhavvifânesini senin bu bîçare başına yükletecek yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner. İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz'âc ve tâcizinden kurtulmak için gâliben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikisine satılsa ve Onun hesâbına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihâyetsiz rahmet hazînelerini ve hikmet defînelerini açar. Ve bununla sahibini, saadet-i ebediyeye müheyyâ eden bir mürşid-i Rabbânî derecesine çıkar.
İşte ey akıl, dikkat et! Meş'um bir âlet nerede, kâinat anahtarı nerede?” (Risale-i Nur Külliyâtı, Sözler, s:32)
Netice itibariyle zikir, dil ile tekrar ede ede, kalbi devreye sokarak, beyin guddelerini tefekkür tarikiyle ihtizaza getirip, bütün letaifini tahrik edip, maddi ve manevi uzuvlarını “mâ hulika leh”ine (niçin ve hangi maksat için yaratılıp bize verilmiş ise) sevkederek insan-ı kamil veya mü’min-i kamil olarak Allah’ın rızasını kazanmaktır.
Bu noktaya gelen bir zâkir, Allah ile “kurbet” hasıl eder ve Allah’ın maiyetine girer. Bu noktada Efendimiz aleyhisselâm şöyle buyurur; “Benim Allah ile öyle bir ânım vardır ki, o esnada bana bir mukarreb melek ve ne de bir nebiyy-i mürsel ulaşamaz.” (Aliyyü’l- Kâri, el-Esraru'l-Merfûa, s:197)
Ey Allah’ım bizleri, seni çok zikredenlerden eyle…
Çok şükredenlerden eyle…
Senden korkan, sana yönelen ve sana itaat eden kullarından eyle…
Zâkirlerin sertâc-ı ibtiacı olan Hz. Muhammed aleyhisselâmın arkasından dâim ve kâim eyle… Amin…
֍֍֍֍֍֍֍
Necdet İÇEL

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

                                  HURÛF-EBCED-CİFİR Harflerle rakamlarda tabiat ve hadiseleri etkileme gücünün bulunduğu veya bunların gaybdan haber vermede yararlı olduğu iddiasına dayanan sözde bir ilim. Literatürde daha çok ilmü’l-hurûf olarak geçmektedir. Gizli anlamlar içerdiği kabul edilen harflerin insana ve tabiata tesir ettiği inancına eski Mısır, Yakındoğu ve Hint uygarlıklarında, daha sonraları yahudi, hıristiyan ve İslâm kültürlerinde rastlamak mümkündür. Grek filozofları arasında da bu telakki zaman zaman kabul görmüştür. Nitekim Pisagor , âlemin ilk prensibinin aralarında bir düzen ve uyum bulunan sayılar olabileceğini ileri sürmüştür. Kaynaklarda Aristo’nun bile sayı ve harflerin esrarıyla ilgili bir eser yazdığı kaydediliyorsa da Arapça’da Kitâbü’s-Siyâse fî tedbîri’r-riyâse denilen bu kitabın uydurma...
HELÂK OLMA SEBEPLERİ Hz. Nuh aleyhisselam devrinden günümüze kadar pek çok kavimler helâk olmuşlardır. Allah onların yerine başkalarını getirmiş ve bu kanun sünnetullah olarak, cebri determinizm içerisinde devrimize kadar devam etmiş gelmiştir. Aynı sebepler aynı sonuçları doğurur prensibiyle diyebiliriz ki, daha önceki kavimleri helâk eden sebepler ne ise, bugün de aynı sebepleri yaşayanların da sonuçları benzeri gibi olacaktır. Allah’ın gücü, kavimleri helâk ettiği gibi aynı sebepleri yaşayan bugünkü toplumları helâk etmeye de gücü yeter: “De ki: Allah’ın gökten ve yerden size azap göndermeye gücü yeter…” (En’am:65) Allah kavimlerin başına felâketler gönderirken -hâşâ- Onlar’a zulmetmez: “Şüphesiz ki, Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Fakat insanlar kendilerine zulmederler…” (Yunus:44) Helâk olanlar şu sebeplerle helâk olmuşlardır: Helâk olmanın en önemli ve birinci sebebi bütün çeşitleriyle zulümdür. Özellikle idareciler halkına zulmediyorlarsa felâketleri...
                         BEŞİNCİ LEM’A   “…HASBÜNALLÂHU VE Nİ’MEL VEK Ȋ L” (Âl-İ İmran:173)        “Onlar (o mü’minler) öyle kimselerdir ki, halk kendilerine; ‘Düşmanınız olan insanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun!’ dediklerinde, 
 bu söz onların imanlarını arttırdı ve Allah bize yeter, O ne güzel vekildir! dediler.” 
 (Âl-i İmrân:173) Üstad hazretleri Risale-i Nur’u te’lif ederken bazı yerleri isim verdği halde telif etmemiştir.Bunlardan birtanesi de 5.Lem’adır.Keşke 5.Lem’ayı te’lif etseydi ve İbrahim aleyhisselâmın “ hasbî ve halîl olma” kahramanlığını bütün yönleriyle öğrenme şansına sahip olabilseydik. Çünkü bizim mesleğimiz (21.Lem’ada da anlatıldığı gibi) haliliyedir.Halil olan da ‘Halilullah’ makamının sahibi Hz.İbrahim aleyhisselâmdır. Halîlullah olan (Allah’ın dostu) İbrahim aleyhisselâm, hasbî’ni...