Ana içeriğe atla
ZİKRİN ÖNEMİ (3)
1-Zikir, Allah’ın zâtî ismini, sıfatlarını, ünvanlarını veya isimlerini tek tek veya birkaçını veya hepsini anmadan ibarettir. Zikir, bütün ibadetlerin özüdür. Ve bu özün özü de Kur’ân-ı Kerîm’dir. Daha sonra zâkirlerin sultanı Hz. Muhammed aleyhisselâm dan sâdır olan nurlu sözlerdir. Zikir, cehrî ve hafî şekilleriyle de duygu, düşünce ve şuur çerçevesinde Allah’ın ilâhî tecelliyatının insan bedenine taşınması ve ruhuna mâl edilme ameliyesidir.
2-Zikir, Allah’ın nimetlerini şükür makamında âleme ilandır. Bu ilan kesildiği an yeryüzü ve üstündeki varlıklarında hikmet-i vücudu kalmaz. Onun içindir ki yeryüzünden zikir kalktığı zaman, Allah kıyameti koparacaktır. Zikir, yeryüzüne ve kainata uzun ömürler kazandıracaktır. Ondandır ki Efendimiz aleyhisselâm; “Yeryüzünde Allah Allah diyen bulunduğu müddetçe kıyamet kopmaz.” buyurmuşlardır. (Tirmizi, Fiten: 35; el-Hâkim, el-Müstedrek: 4:494; İbn-i Hibban, Sahih, c:8, s:299)
3-Bütün çeşitleriyle zikir, Allah’a ulaşmanın en kısa, en güçlü ve en emin yoludur. Zikir olmadan Hakk’a ulaşmak zordur. Sonsuzluk yolcusu olan insanın o tehlikelerle dolu yolunda tükenmez bir azık ve bereketli bir kaynağıdır.
Muaz b. Enes'den; Adamın birisi Rasûlüllah'a “Hangi mücahidlerin ecri daha fazladır?” diye sordu. Rasûlüllah aleyhisselâm: “Allah Teâlayı en çok zikredenlerin.” buyurdu. Bu defa adam: “Hangi salih kulların ecirleri daha çoktur?” dedi. “Allah Teâlâyı en çok zikredenlerin” buyurdu. Daha sonra adam aynı soruyu namaz kılanlar, zekât verenler, hacca gidenler ve sadaka verenler için de sordu. Rasûlüllah da hepsine: “Allah Teâlâyı en çok zikredenlerin.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebû Bekir, Hz. Ömer’e “Ya Ebâ Hafs, Allah'ı zikredenler hiç sevap bırakmadılar.” deyince Rasûlüllah: “Evet!” diye mukabele etti. (Tabarani, Mecmaü’z-zevâid, c: 10 s: 79)
Zikir, Allah’a mânen yaklaşmada öyle bir seyahat helezonudur ki; dil, duygu, gönül ve fikir koro halinde Allah’a yaklaşma senfonisidir.
4-Zikir, bütün ibadetlerin canı ve kanıdır. Vücuttan can veya kan çekildiği zaman ceset öldüğü gibi, zikrullah da terk edildiğinde insanın rûhî hayatı ölüme terk edilmiş ve kanı çekilmişler gibi ruhsuzlaşmıştır.
5-İnsan, zikir yapa yapa öyle bir makama yükselir ki, sanki Allah’ı müşahede ediyor (vahdet-i şuhud) ve O’ndan başka bir varlık yoktur makamında (vahdet-i vücud) kalbi huzura ulaşır. Allah’ı zikir ede ede öyle bir makama ulaşır ki, vicdanın en derinliklerinde “kenzen” olarak Allah’ı bilebileceği ve hiçbir zaman O’nu unutmayacağı bir makama yükselir. Bu noktaya gelen bir fânî “Allah biliyor ki ben O’nu şimdi anmıyorum, anmak ne demek, ben O’nu hiç unutmadım ki!” (Beyhaki, Şuabu'l-İman, c: 6 s: 331) sözüyle serfiraz olan Hz. Muhammed aleyhisselâmın gölgesinde seyreder. Bu makamda olan bir kul hayatın şartları içerisinde Allah’ı anarak yaşar. Ticaret ve alışverişte, mal-mülk meşguliyetinde, çoluk çocuğunun içerisinde, halk içerisine karıştığında da, o daima Allah ile beraberdir. Ve yine bu noktaya gelen bir zâkir, daima Allah ile beraber olduğundan O’nu unutmaz ki Allah’ı hatırlasın.
6-Allah’ı çok zikretmeyen kimseler Allah resulünden ve onun güzide ashabından ve onlardan meydana gelen dini kaynaklardan alacağı bir ders ve feyiz yoktur. Çok zikredenler istifadeye ve istifazeye açıktırlar.
“Hakikaten, Allah’ın Resulünde sizler için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir nümune vardır.” (Ahzab: 21) âyeti bu meseleyle alakalı ne kadar manidar değil midir?
7-Zikri hem erkekler hem de kadınlar yapmalıdırlar. Özellikle kadınların Allah’ı daha çok zikretmesi lazım geldiğini Allah emrediyor. Çünkü insan dili ve gönlü boşluk kabul etmez, boş duramazlar. Özellikle kadınlar dilleri itibariyle gıybete daha açık olduklarından, dillerini gönülleriyle beraber zikirle meşgul etmelidirler ki gıybete fırsat ve imkân bulamasınlar. Bu hususta şu âyet bize ders veriyor;
8-“Oturun da evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve Resulullahın hikmetlerini anın. Allah muhakkak ki latif ve habirdir (ilmi en gizli şeylere bile nüfuz eder).” (Ahzab: 34)
9-Zikir kişiyi kötülük yapmaktan muhafaza edecek bir
kalkandır. Beşeriyeti gereği bir kısım kötülükler yapsa bile zikir onu işlediği her türlü kötülükten arındıracaktır. Zikir sayesinde diğer ibadetlerini istekle yapacak, özellikle namazını hakkıyla kılacaktır. Arındırdığı kötülükler ve namazı hakkıyla kılması neticesinde felaha kavuşacaktır. Bunun da teminatçısı zikirdir.
“O halde öğütün fayda vereceği ümidiyle sen nasihat et! Allah’a saygı duyacak olan, nasihati düşünüp ders alır. Ama pek bedbaht olan ise ondan kaçınır. Böyle olanlar âhirette, en büyük ateşe girer. Orada artık ne ölür, ne de rahat yüzü görür. Kendisini kötülüklerden arındıran, Rabbinin adını anıp namaz kılan, felaha erer.” (Â'lâ: 9-15)
10-İnsan sıkıntılardan, musibet ve belalardan hâlî değildir. Hayat yolculuğunda insanın başına çok sıkıntılar gelir. Özellikle dava adamlarının büyüklüğü nispetinde bela ve musibeti, sıkıntıları da büyük olur. Bu yüzdendir ki atalarımız “Büyük dağın dumanı büyük olur” demişlerdir. Bu sıkıntılar karşısında isyan etmeden ve kaderi tenkit etmeden bu imtihanı kazanabilmek, ancak Allah’ı zikirle mümkündür.
Hz. Meryem validemizin başına gelenler, hiçbir kadının başına gelmemiştir. Bakınız bu mevzuda Allah’ın Hz. Meryem’e tavsiyesi ne olmuştur;
“O: "Ya Rabbî, bana oğlum olacağına dair bir alâmet bildirir misin?" deyince, Allah: "Senin işaretin şudur: "Üç gün müddetle halkla işaretleşme dışında konuşmayacaksın! Rabbini çok zikret, sabah akşam onu tesbih ve tenzih et!" buyurdu.” (Âl-i İmrân: 41)
11-En büyük düşmanımız nefs-i emmaremizin yanında cinnî ve insî şeytanlardır. Şeytanlar, içimizdeki konsolosu olan nefs-i emmareyi de tahrik ederek desiseleri ve tayflarıyla bizi aldatmak ve Allah’a karşı gelerek isyan ettirmek isterler. İşte şeytanın bu tayflarına aldanmamak için en büyük siper ve kalkan zikrullahtır. Zikrullah, maddi ve manevi cinnî ve insî tehlikelere karşı en büyük siperdir.
“Allah’a karşı gelmekten sakınanlara şeytandan bir hayal ilişince, hemen düşünüp kendilerini toparlar, basiretlerine tam sahip olurlar.” (A'raf: 201)
Allah’ı zikrederek anan kimseleri Allah da anacaktır. Allah’ın andığı kimselere Allah sahip çıkar ki işte o zaman kişi her türlü sıkıntılarından azade olur.
“Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!” (Bakara: 152)
12-İnsanın en büyük boşluklarından bir tanesi, her an gaflete gidebilmesidir. Gaflet, küfre götüren bir yol olarak da ifade edilir. Gaflete karşı en büyük uyarıcı iksir zikirdir. Her an gaflete düşme ihtimalimiz olduğundan daimi olarak, sabah-akşam Allah’ı zikretmeliyiz ki, her şartta gaflete düşmekten kurtulalım. Zikir gafletin panzehiridir. Bu yüzden atalarımız “Zikreden derviş murâdına ermiş” demişlerdir. Şu âyet bu hususa dikkat çekmektedir;
“Sabah ve akşam Rabbini, içinden yalvararak, ürpererek ve yüksek olmayan, kendin işitebileceğin bir sesle zikret, gafillerden olma!” (A'raf: 205)
13-İnsanların en büyük düşmanı cehalettir. Cehalete karşı ilim ve irfanla mücehhez olarak cihad etmeliyiz. Bunu elde edebilmek için de bilene ihtiyacımız vardır. Onun içindir ki Cenab-ı Hakk; “Bilmediğiniz zaman bilene sorun” buyuruyor. Fakat bu âyette dikkatimizi çeken öyle bir incelik var ki, zikretmeyen âlimin âlim de sayılamayacağını veya bilgisinin ona fayda veren kişiye âlim denilebileceğini ve bunun da ancak zikirle mümkün olabileceğine işareten şöyle buyruluyor;
“Biz senden önce de, ancak kendilerine vahiy gönderdiğimiz birtakım erkekleri peygamber gönderdik. Şâyet bilmiyorsanız, bunu bilenlere sorunuz.” (Enbiyâ: 7)
14-Burada Allah’ı çok zikretmek lazımdır ki, öteki alemde Allah’ın bizleri hatırlamasına ihtiyacımız olduğu yerde Allah da bizi hatırlasın. Biz burada Allah’ı zikredersek Allah da orada bizi hatırlayacaktır. Eğer biz burada zikirden mahrum ve gafil yaşarsak öbür alemde Allah’ımız da bizi unutacaktır. Bu ise bizim ebedi perişaniyetimizdir.
“Ve cehennemin getirildiği gün... İnsan işi anlar o gün. Ama anlamasının ne faydası var o gün!” (Fecr:23)
15-Başta Sahabe-i Kiram olmak üzere hiçbir inanmış insan, inançlarına ve ibadetlerine karşı ülfet ve ünsiyetten kendini kurtaramaz. Sahabe diyor ki; “Vahyin üzerinden 5-6 sene geçmemişti ki Kur’ân’dan şu âyet nazil oldu (Razi, Fahrettin Muhammed bin Ömer, Mefetihu'l-Gayb c: 29 s: 228-230)
“İman edenlerin kalplerinin Allah’ı ve Cenab-ı Hak tarafından inen hakikatleri hatırlayarak yumuşayıp saygı ile dirilme vakti gelmedi mi? Sakın onlar daha önce kitap verilen ümmetler gibi olmasınlar. Zira kitabı tanımalarının üzerinden kendilerince uzun zaman geçmesi sebebiyle, onlarda ülfet ve kanıksama meydana gelmiş, neticede kalpleri katılaşmıştı. Hatta onların çoğu büsbütün yoldan çıkmışlardır.” (Hadid: 16)
İşte bu, ülfet ve ünsiyetin en büyük ilacı Allah zikriyle, kalbimize saygı ve dirilme duygusunu aşılamaktır. Ayrıca kalbi katı olanlar da Allah’ı zikretmekten hoşlanmazlar. İşte şu âyet de buna dikkat çekiyor; “Hiç Allah’ın, göğsünü İslâm’a açması sebebiyle, Rabbi tarafından nûra kavuşan kimse, kötü tercihinden ötürü fıtratını değiştiren, kalbi katılaşan, göğsü daralan kimse gibi olur mu? Yazıklar olsun, kalpleri Allah’ı anmak hususunda katılaşmış olanlara! İşte onlar besbelli bir sapıklık içindedirler.” (Zümer: 22)
Abdullah b. Büsr'den; Adamın birisi Rasûlüllah'a gelerek “Ey Allah'ın Rasûlü, İslâm’ın bütün emirlerini yerine getiremiyorum. Bana öyle bir şey söyle ki onu devamlı yapabileyim.” dedi. Rasûlullah da: “Allah'ın zikrini dilinden düşürme.” buyurdu. (Münzüri, et-Terğib vet-terhib, c: 3, s: 84)
16-İnsan nisyandan alındığı için nisyana yani unutkanlığa müpteladır. İnsanı tarif edenler “insan hata ve unutkanlıktan mürekkeptir” derler. Ayrıca “hafıza-i beşer nisyan ile malüldür” derler. Zikrullah, unutkanlığın en büyük ilacıdır. Günümüzün en büyük hastalığı olan unutkanlıklara (alzheimer) karşı zikir ilacını kullanacağız. Yalan söylemeyen Hz. Allah doğru beyanında bu hususla alakalı şöyle buyuruyor;
“Hiçbir konuda: Allah’ın dilemesine bağlamaksızın, "Ben yarın mutlaka şöyle şöyle yapacağım" deme! Bunu unuttuğun takdirde Allah’ı zikret ve: "Umarım ki Rabbim, doğru olma yönünden beni daha isabetli davranışa muvaffak kılar" de.” (Kehf: 24)
17-Bu imtihan dünyasında, imtihanı kaybetmemize sebebiyet verebilecek unsurlardan bir tanesi dünyanın süsü, zineti, mal-ü menali ve fânîlere meyl-i muhabbetimizdir. Kendine bakan yönüyle dünya “denî”den (âdi, alçak) gelir. Bu yönüyle dünyaya bağlananlar da âdileşirler. Netice itibariyle imtihanı da kaybederler.
Kulu dünyaya meyillerden alıkoyacak ve maaliyata sevk edecek en büyük vesile zikrullahtır. Bu hususta Rabbimizin o kadar beyanatı vardır ki… Üç âyeti misal olarak verebiliriz;
“Rablerine, sırf O’nun rızasını ve cemaline kavuşmayı umdukları için, sabah akşam yalvaranlarla beraber olmakta sebat et.!Dünya hayatının süslerini arzulayarak sakın gözlerini onlardan başkasına kaymasın. Kalbini Bizi zikretmekten gafil bıraktığımız, heva ve hevesine uyan ve işi hep aşırılık olan kimselere itaat etme!” (Kehf: 28)
“Rabbinin yüce adını zikret, fânilere bel bağlamaktan kurtul ve bütün gönlünle yalnız O’na yönel.” (Müzzemmil: 8)
“Ey iman edenler! Ne mallarınız, ne evlatlarınız sizi Allah’ı zikretmekten alıkoymasın! Bilin ki böyle yapanlar, en büyük kayba uğrarlar.” (Münâfıkun: 9)

Necdet İÇEL

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

                                  HURÛF-EBCED-CİFİR Harflerle rakamlarda tabiat ve hadiseleri etkileme gücünün bulunduğu veya bunların gaybdan haber vermede yararlı olduğu iddiasına dayanan sözde bir ilim. Literatürde daha çok ilmü’l-hurûf olarak geçmektedir. Gizli anlamlar içerdiği kabul edilen harflerin insana ve tabiata tesir ettiği inancına eski Mısır, Yakındoğu ve Hint uygarlıklarında, daha sonraları yahudi, hıristiyan ve İslâm kültürlerinde rastlamak mümkündür. Grek filozofları arasında da bu telakki zaman zaman kabul görmüştür. Nitekim Pisagor , âlemin ilk prensibinin aralarında bir düzen ve uyum bulunan sayılar olabileceğini ileri sürmüştür. Kaynaklarda Aristo’nun bile sayı ve harflerin esrarıyla ilgili bir eser yazdığı kaydediliyorsa da Arapça’da Kitâbü’s-Siyâse fî tedbîri’r-riyâse denilen bu kitabın uydurma...
                         BEŞİNCİ LEM’A   “…HASBÜNALLÂHU VE Nİ’MEL VEK Ȋ L” (Âl-İ İmran:173)        “Onlar (o mü’minler) öyle kimselerdir ki, halk kendilerine; ‘Düşmanınız olan insanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun!’ dediklerinde, 
 bu söz onların imanlarını arttırdı ve Allah bize yeter, O ne güzel vekildir! dediler.” 
 (Âl-i İmrân:173) Üstad hazretleri Risale-i Nur’u te’lif ederken bazı yerleri isim verdği halde telif etmemiştir.Bunlardan birtanesi de 5.Lem’adır.Keşke 5.Lem’ayı te’lif etseydi ve İbrahim aleyhisselâmın “ hasbî ve halîl olma” kahramanlığını bütün yönleriyle öğrenme şansına sahip olabilseydik. Çünkü bizim mesleğimiz (21.Lem’ada da anlatıldığı gibi) haliliyedir.Halil olan da ‘Halilullah’ makamının sahibi Hz.İbrahim aleyhisselâmdır. Halîlullah olan (Allah’ın dostu) İbrahim aleyhisselâm, hasbî’ni...
HELÂK OLMA SEBEPLERİ Hz. Nuh aleyhisselam devrinden günümüze kadar pek çok kavimler helâk olmuşlardır. Allah onların yerine başkalarını getirmiş ve bu kanun sünnetullah olarak, cebri determinizm içerisinde devrimize kadar devam etmiş gelmiştir. Aynı sebepler aynı sonuçları doğurur prensibiyle diyebiliriz ki, daha önceki kavimleri helâk eden sebepler ne ise, bugün de aynı sebepleri yaşayanların da sonuçları benzeri gibi olacaktır. Allah’ın gücü, kavimleri helâk ettiği gibi aynı sebepleri yaşayan bugünkü toplumları helâk etmeye de gücü yeter: “De ki: Allah’ın gökten ve yerden size azap göndermeye gücü yeter…” (En’am:65) Allah kavimlerin başına felâketler gönderirken -hâşâ- Onlar’a zulmetmez: “Şüphesiz ki, Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Fakat insanlar kendilerine zulmederler…” (Yunus:44) Helâk olanlar şu sebeplerle helâk olmuşlardır: Helâk olmanın en önemli ve birinci sebebi bütün çeşitleriyle zulümdür. Özellikle idareciler halkına zulmediyorlarsa felâketleri...