Ana içeriğe atla
KUR’ÂN VE HADİS-İ ŞERİFLERDE RÜŞD
Sözlükte “hak yolunda kararlı bir şekilde dosdoğru gitmek, doğru yolu bulmak” mânasına gelen rüşd (reşed, reşâd), hidâyet ile yakın anlama sahiptir.
Kur’ân-ı Kerîm’de bir âyette (el-Bakara 2/256) rüşdün karşıtı olarak gayy (sapma, dalâlet), birçok âyette (el-Bakara 2/16; Yûnus 10/108; el-Kasas 28/85) hidâyetin karşıtı olarak dalâl (yoldan çıkma, sapma) kelimesi geçmektedir. Diğer bazı âyetlerde de rüşd ile hidâyet (el-Mü’min 40/29, 38; el-Cin 72/2) ve gayy ile dalâl (en-Necm 53/2) birbirinin anlamını teyit edecek şekilde kullanılmıştır. Râşid doğru yolda olan, irşâd da doğru yola ulaştırmak anlamındadır.
Kur’an’da rüşd kökünden türeyen kelimeler on dokuz yerde geçmektedir (M. Fuâd Abdülbâkī, el-Muʿcem, “rşd” md.). Dinde zorlama olmadığına dair âyette (el-Bakara 2/256), “Şüphesiz doğruluk (rüşd) sapkınlıktan (gayy) ayrılmıştır” buyurularak rüşd kelimesi zıddı ile açıklanmıştır. Fahreddin er-Râzî bu âyette rüşd ile “hak, hayır, hidayet” mânalarının kastedildiğini bildirmektedir (Mefâtîḥu’l-ġayb, VII, 15; ayrıca bk. Elmalılı, II, 862). Buradaki rüşd ile imanın, gayy ile küfrün kastedildiği de söylenmiştir ki (Zemahşerî, I, 299) bu yorum âyetin başlangıcı ve sonu ile uyum göstermektedir.
Bazı tefsirlerde âyetteki din kelimesine İslâm mânasının verildiği, rüşdün de İslâm olarak yorumlandığı görülmekte (Mâtürîdî, II, 159-160; İbn Kesîr, I, 459), âyetin nüzûl sebebi bağlamında zikredilen rivayetler de bunu teyit etmektedir (Taberî, III, 14-15; Vâhidî, s. 85-87; Süyûtî, II, 20-21).
Nisâ sûresinin 6. âyetinde geçen rüşd kelimesine “aklın ve dinî terbiyenin tamam olması, kendini ve sahip olduğu malı güzel bir şekilde koruma gücünün elde edilmesi” anlamı verilmiş (Âlûsî, IV, 205; Elmalılı, II, 1293) ve âyet daha çok fıkıh ilminin çerçevesi içinde değerlendirilmiştir.
Enbiyâ sûresinin 51. âyetinde yer alan rüşd kelimesine muhtelif mânalar verilmekle birlikte (Zemahşerî, III, 118) hâkim kanaate göre burada kelime “nübüvvet” anlamında kullanılmıştır (Fahreddin er-Râzî, XXII, 179-180).
Hz. Mûsâ ile kendisine ilim verilen kişi (Hızır) arasında geçen olayların söz konusu edildiği Kehf sûresinin 66. âyetinde rüşdün “doğru yola, hakka götüren ilim” anlamına geldiği belirtilmiştir (Zemahşerî, II, 705; Fahreddin er-Râzî, XXI, 150).
Cin sûresinin 10 ve 21. âyetlerinde reşed şerrin ve zararın karşıtı olarak kullanılmış olup bunlarla hayır, iyilik, menfaat ve güzellik kastedilmiş (Zemahşerî, IV, 614, 618; Fahreddin er-Râzî, XXX, 164), bu âyetlerdeki reşed ile iman, hidayet ve nimetin kastedilmiş olabileceği de söylenmiştir (Kurtubî, XIX, 25; Elmalılı, VIII, 5412). Buna göre âyette Hz. Peygamber’in gönderilmesindeki asıl maksadın insanların küfre düşerek helâk olmaları değil iman ederek hidayete ermeleri olduğu vurgulanmaktadır.
Kur’an’da iki yerde geçen reşâd kelimesi sebil ile (yol) birlikte kullanılmış olup bunlardan birincisi Firavun’un bir iddiası olarak, “Ben sizi ancak doğru yola götürüyorum” (el-Mü’min 40/29), diğeri Hz. Mûsâ’ya olan imanını gizleyen kişinin bir sözü olarak, “Ey kavmim! Bana uyun, sizi doğru yola götüreyim” (el-Mü’min 40/38) şeklinde geçmiştir. Firavun’un söylediği söz ancak bir aldatmacadır, imanını gizleyen kişi ise Hz. Mûsâ’nın tebliğ ettiği hak yola çağırmaktadır. Buna göre rüşd kavramı söyleyenin niyetine göre bir anlam kazanmaktadır.
Kehf sûresinin 17. âyetinde yer alan mürşid “insanlara doğru yolu gösterecek olan rehber” anlamındadır.
Hûd sûresinin 78. âyetinde Lût peygamberle kavmi arasındaki tartışma konu edilirken Hz. Lût kavmine, “İçinizde reşid bir adam yok mudur?” derken aklı başında, olgun ve tutarlı bir kişiyi kastetmiştir. Aynı sûrenin 87. âyetinde kavminin Şuayb peygamberi ayıpladığı ve ona, “Sen kesinlikle yumuşak huylu ve doğru hareket eden (reşid) bir adamsın” dediği anlatılmaktadır.
Hucurât sûresinin 7. âyetinde râşidûn “doğru yolda olup haktan ayrılmayanlar” mânasında kullanılmıştır. Bu şekilde nitelendirilenler Allah’ın kendilerine imanı sevdirip onu kalplerinde süslediği, küfür, fısk ve isyanı çirkin gösterdiği kimselerdir.
Râşid ve reşîd hadis kaynaklarında Allah’ın isimleri arasında sayılmaktadır. Kur’an’da Allah hakkında geçmeyen râşid Allah’ın doksan dokuz isminin yer aldığı hadislerin birinde zikredilmektedir (İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10). Bu sıfatlar “mürşid” veya “hâdi” anlamına gelmektedir. Buna göre Allah takdir ettiğini en güzel şekilde takdir eden, mahlûkatı onların maslahatına en uygun olan tarafa yönlendiren ve onları en doğru yola ulaştırandır.
Hadislerde rüşd kavramı muhtelif vesilelerle geçer. Müslim’in es-Sahîh’inde yer alan bir rivayete göre sahâbeden biri Resûl-i Ekrem aleyhisselamın huzurunda hutbe okumuş ve, “Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse doğru yolu bulur (rüşd), kim her ikisine isyan ederse yoldan çıkmış olur (gayy)” demiş (Müslim, “Cumʿa”, 48), Resûlullah onun kullandığı kelimelere itiraz etmemiştir.
Hz. Peygamber aleyhisselam, kendisinin ve kendisinden sonra gelecek halifelerin sünnetine uyulmasını isterken “el-hulefâü’r-râşidûn” tabirini kullanmıştır. Resûlullah aleyhisselam, İmrân’ın babası Husayn’a, “Allahım! Bana benim için her şeyin iyisini, doğrusunu (rüşd) ilham et ve beni nefsimin şerrinden koru” şeklinde dua etmesini tavsiye etmiştir (Tirmizî, “Daʿavât”, 69; kavramın hadislerde kullanımıyla ilgili olarak ayrıca bk. Wensinck, el-Muʿcem, “rşd” md.).
Necdet İÇEL

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

                                  HURÛF-EBCED-CİFİR Harflerle rakamlarda tabiat ve hadiseleri etkileme gücünün bulunduğu veya bunların gaybdan haber vermede yararlı olduğu iddiasına dayanan sözde bir ilim. Literatürde daha çok ilmü’l-hurûf olarak geçmektedir. Gizli anlamlar içerdiği kabul edilen harflerin insana ve tabiata tesir ettiği inancına eski Mısır, Yakındoğu ve Hint uygarlıklarında, daha sonraları yahudi, hıristiyan ve İslâm kültürlerinde rastlamak mümkündür. Grek filozofları arasında da bu telakki zaman zaman kabul görmüştür. Nitekim Pisagor , âlemin ilk prensibinin aralarında bir düzen ve uyum bulunan sayılar olabileceğini ileri sürmüştür. Kaynaklarda Aristo’nun bile sayı ve harflerin esrarıyla ilgili bir eser yazdığı kaydediliyorsa da Arapça’da Kitâbü’s-Siyâse fî tedbîri’r-riyâse denilen bu kitabın uydurma...
                         BEŞİNCİ LEM’A   “…HASBÜNALLÂHU VE Nİ’MEL VEK Ȋ L” (Âl-İ İmran:173)        “Onlar (o mü’minler) öyle kimselerdir ki, halk kendilerine; ‘Düşmanınız olan insanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun!’ dediklerinde, 
 bu söz onların imanlarını arttırdı ve Allah bize yeter, O ne güzel vekildir! dediler.” 
 (Âl-i İmrân:173) Üstad hazretleri Risale-i Nur’u te’lif ederken bazı yerleri isim verdği halde telif etmemiştir.Bunlardan birtanesi de 5.Lem’adır.Keşke 5.Lem’ayı te’lif etseydi ve İbrahim aleyhisselâmın “ hasbî ve halîl olma” kahramanlığını bütün yönleriyle öğrenme şansına sahip olabilseydik. Çünkü bizim mesleğimiz (21.Lem’ada da anlatıldığı gibi) haliliyedir.Halil olan da ‘Halilullah’ makamının sahibi Hz.İbrahim aleyhisselâmdır. Halîlullah olan (Allah’ın dostu) İbrahim aleyhisselâm, hasbî’ni...
HELÂK OLMA SEBEPLERİ Hz. Nuh aleyhisselam devrinden günümüze kadar pek çok kavimler helâk olmuşlardır. Allah onların yerine başkalarını getirmiş ve bu kanun sünnetullah olarak, cebri determinizm içerisinde devrimize kadar devam etmiş gelmiştir. Aynı sebepler aynı sonuçları doğurur prensibiyle diyebiliriz ki, daha önceki kavimleri helâk eden sebepler ne ise, bugün de aynı sebepleri yaşayanların da sonuçları benzeri gibi olacaktır. Allah’ın gücü, kavimleri helâk ettiği gibi aynı sebepleri yaşayan bugünkü toplumları helâk etmeye de gücü yeter: “De ki: Allah’ın gökten ve yerden size azap göndermeye gücü yeter…” (En’am:65) Allah kavimlerin başına felâketler gönderirken -hâşâ- Onlar’a zulmetmez: “Şüphesiz ki, Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Fakat insanlar kendilerine zulmederler…” (Yunus:44) Helâk olanlar şu sebeplerle helâk olmuşlardır: Helâk olmanın en önemli ve birinci sebebi bütün çeşitleriyle zulümdür. Özellikle idareciler halkına zulmediyorlarsa felâketleri...