Ana içeriğe atla
ÜSTAD BEDİUZZAMAN’IN NAMAZI
Yakın talebeleri Bediüzzaman Said Nursi’nin namazını anlatıyor
Üstadın, kendisini ziyarete gelenlere bulunduğu nasihatlerden birisi de namazdır. Namaz dinin direğidir ve külli bir ubudiyettir. İmandan sonra gelen ve terk edilmesi mümkün olmayan bir ibadettir. Terk edilmesi halinde de büyük bir cezayı gerektirir.
Risale-i Nur Külliyatı içerisinde namazla, ubudiyetle ve namazın beş vakte tahsisi ile alakalı özel risaleler mevcut olduğu gibi külliyatın birçok yerinde namaz ve ibadet hakikatini hatırlatan bahislerden vardır.
Üstadın ziyaretine gelenlere tavsiyeleri yanında bir de nasıl bir teslimiyet ve halet-i ruhiye içerisinde namaz ibadetini eda ettiği de merak konusu ve örnek alınması gereken bir husustur.
Yusuf Dehri Üstadı ziyarete vardığında namaz konusunda; namazları vaktinden evvel hazırlıklı karşılamayı, yani namaz vaktinden önce abdestli olmayı, namazı abdestli karşılamayı” tavsiye ettiğini söylüyor. (Son Şahitler, 4.Cild, s:266)
Uzun bir zaman hizmetinde bulunan Bayram Yüksel Ağabey Üstadın namaz konusundaki hassasiyetini şöyle anlatıyor:
“Üstadımız kırlara gittiğinde namaz vakti girdiğinde muhakkak ezan okutturur, namaz kılarken de yüksek taşların başını tercih ederdi.
“Fazla olan neyi varsa, sattırırdı. 'Hediye almayan, hediye vermez' derdi. Eşyalarının namaz kalına satılmasını söylerdi. Fazla fiyata da sattırmazdı.
"Üstadımız, namazı çok huşu içinde kılardı. Sûreleri okurken tane tane okurdu. Namaza dururken, tam huzura vardığında, niyet ederken, 'Allahü Ekber' dediği zaman, bizler arkasında korkardık. Mübalağa olmasın, ahşap bina sarsılırdı.
"Üstadımız namaz vaktinde çok dikkat ederdi. Namazı vaktinde kılardı. Meselâ, Isparta'dan çıktığımızda, Emirdağ'a beş dakika sonra varacak olsak bile, Üstadımız saate bakar, kış, fırtına olsa beklemez, hemen namazı vaktinde kılardı. Kırlarda olsun, yolculukta olsun, namazı vaktin evvelinde kılardı. Bu mevzuda şöyle buyuruyor:
"Namazı vaktinde kılmanın ne derece tükenmez, uhrevî bir sermaye olduğu anlaşılıyor ki, her namaz vaktinde âlem-i İslâm denilen muazzam camide, yüz milyondan fazla cemaat-ı kübra namaz kılıyor. O cemaatte her bir adam umum cemaate dua ediyor.
"İhdine's-sırata'l-müstakim' (Bizi doğru yola hidayet eyle) diyor. Herbiri umum cemaate hem şefaatçi, hem duacı olur.
"O vakit, namaza iştirak etmeyen hissesine alamaz. Kaynayan mirî ve askerî kazanına karavanasını götürmeyen, tayinatını alamadığı gibi, cemaat-ı kübrânın mânevî matbahında kaynayan, mânevî erzakını alamaz. Belki namaza iştirakle o cemaatın ordusuna iştirak etmiş olmakla ve dualarına amin demek olan namazı vaktinde kılmakla alabilir.'”( Son Şahitler, 3.Cild, s:31)
Üstadın talebelerinden Molla Hamid Ekinci namaz husustaki müşahedelerine şöyle anlatıyor:
"Arkasında kıldığım namazlardan çok zevk alırdım. Namaza duruşu bir mehabet ve haşyet verirdi insana. Namazdan sonra tesbihat hakkında şu dersi vermişti bize:‘Namazın sonunda tesbihat, namazın tohumu, çekirdekleri hükmündedir.”
"Hazin bir sada ile bizden çok ağır tesbihat yapardı. 'Sübhanallah' derken, çok içten ve yavaş bir şekilde duyardık sesini. Çok namaz kılan hocaları görmüşümdür. Fakat böyle hazin ve huşu içinde kılana rastlamadım.”( Son Şahitler, 1.Cild, s:113)
Mustafa Sungur Ağabey;
"Üstadımızın namazı, namazdaki mazhariyeti, heybeti, huzuru ve huşuu bambaşkadır. Biz onu ifade edemeyiz. Onun namazdaki nihayetsiz tecelliyata mazhariyetinden bizim hissettiğimiz, milyarda bir dahi olmaz. Evet bu kat'idir... Namaza duruşu, ilk tekbiri alışı, ellerini bağlayışı ve Cenab-ı Hakka dua ve tezellülü, Fatihayı kıraati, Fatihanın her bir kelimesini teker teker, cümle cümle ve bütün meratibi ile okuyup hissetmesindeki ve dergâh-ı İlahiyyeye takdim etmesindeki vüs'at, külliyet ve ulviyet, bizim gibi hiç enderlerin beyanına gelemez. Hele namaz teşehhüdündeki ´Ettehiyyatü´ kelimat-ı mübarekesini Cenab-ı Hakka takdim ederken, nasıl bütün kâinatı ruhunun eline alıp öylece arz etmesindeki kudsiyeti ifade edemeyiz.” (Son Şahitler, 4.Cild, s:15) demektedir.
Yüzbaşı Refet Barutçu:
"Üstad namaz vakitlerini hiç geçirmez, vakit girince hemen namazını eda ederdi. Kendisi namaza dururken biz arkasında çok heyecanlanırdık. Heybet ve huşû içinde huzura bir girişi vardı ki, tarifi mümkün değil, 'İlâhi Ya Rab!.. İlâhi Ya Rab!... İlâhi Ya Rab!... Allahu Ekber!' diyerek sarsılır ve haşyet içinde sallanarak, süratle namaza girerdi. Biz arkasında korkardık, ürperirdik." (Son Şahitler, 1.Cild, s:380) demektedir.
Mehmet Özpolat Ağabey;
“Namaz esnasında Üstad Hazretleri, yirmi yaşında bir genç gibi tekbir alıyor ve secdeye gittiğinde binanın sallanıdığını hissediyordum.” (Son Şahitler, 4.Cild, s:97) diyor.
Hafız Nuri Güven;
"Boyu uzunca sayılırdı. O uzun boylu adam, namaza durduğu vakit sanki küçülürdü. Belki beş dakika namaza durması sürerdi, çok heybetli, haşmetli ve haşyetli bir şekilde namaza dururdu.” (Son Şahitler, 3.Cild, s;155) diyor.
Hafız Namık Şenel de müşahedelerini şöyle anlatıyor:
"Bir gün Üstad Hazretlerini arkasında öğle namazı kılıyorduk. Üstad namaza başladığı zaman sanki yok olmuştu. Hani Hz. Ali namaza durunca vücudundaki oku çıkarmışlardı ya, aynen onun gibi Üstad Hazretleri de kendinden geçmişti. Onun namaz kılışını görünce kendimden hicap duydum. O namazın lezzetini hala unutamam.” (Son Şahitler, 4.Cild, s:105)
Üstad, namaz konusundaki hassasiyetlerinden birisini de Afyon Mahkemesinde ikindi namazı biraz geç kalınca gösteriyor. Hâkimden namaz kılmak için izin istiyor. Hâkim izin vermeyince vaktin tehlikeye gireceği sırada “Ben namaz kılacağım. Biz buraya namazın hukukunu müdafaa etmek için geldik. Bizim bundan başka bir suçumuz yoktur.” (Hafız Namık Şenel, Son Şahitler, 4.Cild, s:105) diyor. Hâkim de mecburen namaz kılmak için müsaade etmek zorunda kalıyor.
Yine Üstad, Rusya’da esarette iken ayağa kalkmadığı için Kafkas cephesi komutanı Nikola Nikolaviç’in idam kararı ve darağacı karşısında bile namazdan aldığı hazzı ve huzuru terk etmiyor. Huşu içerisinde namaz kılarken seyredenleri hayrette bırakıyor. Ölümle arasında beş-on dakikalık mesafe bulunan şahıs, nasıl oluyordu da, bu kadar sakin ve telaşsız olabiliyordu? Evet bu hali kumandanı insafa getirecek ve idam kararından vazgeçirecek, hatta af diletecek kadar tesirli ve keskin idi. (Sinan Omur, Son Şahitler 1.Cild s. 94)
Namaz hususunda en birinci örneğimiz Peygamber Efendimizdir (asm). Namazı bütün ümmete öğreten odur. “Âlimler peygamberlerin vârisleridir” hükmüne göre Üstadın da Peygamberimizi temsil sureti çok önemlidir. Şahitlerin ifadelerinden anlaşıldığına göre gayet güzel temsil ettiği ve farzları, sünnetler ile İslam şeairini ihya hususunda çok gayret sarf etmiş olduğu anlaşılıyor. Üstad gibi namazı ciddiyetle karşılayıp huşu içerisinde eda etmenin bütün müminler için elzem olacağı muhakkaktır. Gayret bizden tevfik Allah’tan.
Necdet İÇEL

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

                                  HURÛF-EBCED-CİFİR Harflerle rakamlarda tabiat ve hadiseleri etkileme gücünün bulunduğu veya bunların gaybdan haber vermede yararlı olduğu iddiasına dayanan sözde bir ilim. Literatürde daha çok ilmü’l-hurûf olarak geçmektedir. Gizli anlamlar içerdiği kabul edilen harflerin insana ve tabiata tesir ettiği inancına eski Mısır, Yakındoğu ve Hint uygarlıklarında, daha sonraları yahudi, hıristiyan ve İslâm kültürlerinde rastlamak mümkündür. Grek filozofları arasında da bu telakki zaman zaman kabul görmüştür. Nitekim Pisagor , âlemin ilk prensibinin aralarında bir düzen ve uyum bulunan sayılar olabileceğini ileri sürmüştür. Kaynaklarda Aristo’nun bile sayı ve harflerin esrarıyla ilgili bir eser yazdığı kaydediliyorsa da Arapça’da Kitâbü’s-Siyâse fî tedbîri’r-riyâse denilen bu kitabın uydurma...
HELÂK OLMA SEBEPLERİ Hz. Nuh aleyhisselam devrinden günümüze kadar pek çok kavimler helâk olmuşlardır. Allah onların yerine başkalarını getirmiş ve bu kanun sünnetullah olarak, cebri determinizm içerisinde devrimize kadar devam etmiş gelmiştir. Aynı sebepler aynı sonuçları doğurur prensibiyle diyebiliriz ki, daha önceki kavimleri helâk eden sebepler ne ise, bugün de aynı sebepleri yaşayanların da sonuçları benzeri gibi olacaktır. Allah’ın gücü, kavimleri helâk ettiği gibi aynı sebepleri yaşayan bugünkü toplumları helâk etmeye de gücü yeter: “De ki: Allah’ın gökten ve yerden size azap göndermeye gücü yeter…” (En’am:65) Allah kavimlerin başına felâketler gönderirken -hâşâ- Onlar’a zulmetmez: “Şüphesiz ki, Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Fakat insanlar kendilerine zulmederler…” (Yunus:44) Helâk olanlar şu sebeplerle helâk olmuşlardır: Helâk olmanın en önemli ve birinci sebebi bütün çeşitleriyle zulümdür. Özellikle idareciler halkına zulmediyorlarsa felâketleri...
                         BEŞİNCİ LEM’A   “…HASBÜNALLÂHU VE Nİ’MEL VEK Ȋ L” (Âl-İ İmran:173)        “Onlar (o mü’minler) öyle kimselerdir ki, halk kendilerine; ‘Düşmanınız olan insanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun!’ dediklerinde, 
 bu söz onların imanlarını arttırdı ve Allah bize yeter, O ne güzel vekildir! dediler.” 
 (Âl-i İmrân:173) Üstad hazretleri Risale-i Nur’u te’lif ederken bazı yerleri isim verdği halde telif etmemiştir.Bunlardan birtanesi de 5.Lem’adır.Keşke 5.Lem’ayı te’lif etseydi ve İbrahim aleyhisselâmın “ hasbî ve halîl olma” kahramanlığını bütün yönleriyle öğrenme şansına sahip olabilseydik. Çünkü bizim mesleğimiz (21.Lem’ada da anlatıldığı gibi) haliliyedir.Halil olan da ‘Halilullah’ makamının sahibi Hz.İbrahim aleyhisselâmdır. Halîlullah olan (Allah’ın dostu) İbrahim aleyhisselâm, hasbî’ni...