Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
    EMÂNET Emânet, hıyânetin zıddı olup güven, sadakat, emniyet mânalarına gelir. İslâm dini adâlet ve emniyete çok fazla ehemmiyet atfeder. İçtimâî ve ferdî huzurun, maddî ve mânevi kalkınmanın bunlara bağlı olduğunu belirtir. Aslında adâletle emniyet birbirinden ayrılmaz. Adâletin olmadığı yerde emniyet ve güven de olmaz. Cenab-ı Hak Rahmân sûresinde, semâvatın bile adaletle nizamda, kıyamda olduğunu belirttikten sonra insanlar arasında adâletli, ölçülü, hukuka riayetkâr olunmasını emretmiştir. Hadislerde emânetin kaybolması kıyâmet alâmeti olarak ifade edilmiştir.  Huzeyfetu'bnu'l-Yemân (r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber aleyhisselâm, bize iki hadis irad buyurmuştu. Ben bunlardan birini gördüm, diğerini de bekliyorum. Buyurmuştu ki: "Emanet (din, adalet duyguları) insanların kalplerinin derinliklerine (yaratılışlarında, fıtrî meyiller olarak) konmuştur. Sonradan Kur'ân-ı Kerîm indi. (İnsanlar kalplerine konmuş olan bu fitrî temâyüllerin) Kur'ân ve ha...
     KUL HAKKI Usulcüler, hak ve vazifeleri sayarlarken en başta Allah hakkını ifade etmişler ve sonra kulların hakkına dikkat çekmişlerdir. Kul hakkının da başında muhakkak ki anne ve baba hakkı vardır. Cenab-ı Hak, Rahman ve Rahim olduğundan öbür âlemde kendisine müteallik olan hakları, kul eğer kabre imanla giderse bağışlayabilir. Fakat kul haklarıyla giderse kullar haklarını helal etmediği sürece Allah onları bağışlamayacaktır. Ebu Musa’nın Resulûllah aleyhisselâmdan naklettiğine göre: “Allah’ın nazarında, bir kulun Allah tarafından yasaklanan kebirelerden sonra beraberinde getirebileceği en büyük günahlardan biri, kişinin ödenecek karşılık bırakmadan üzerinde borç olduğu halde ölmesidir.” ( Ebu Dâvud, Büyu’, 9) buyurmuşlardır. Hadis-i şerifte borçlanmamak ve bilhassa ödeyecek karşılığı olmayan borca girmek tavsiye edilmemekte ve kötülenmektedir. Zira ecel gizli olduğundan her an ölmek mümkündür. Öyleyse zaruri olmayan yani ev, giyecek, yiyecek gibi aslî i...
        TERÖR VE TERÖRİZİM    Bütün dünyada son günlerin en büyük problemi terördür. Türkçeye, Fransızca "terreur"  sözcüğünden geçmiş olan  terör  kelimesi, Latince kökenlidir. Terör sözcüğünün anlamı  "korkudan titreme"  veya  "titremeye sebep olma" dır. İnsanları söz ve tavırlarıyla korkutan – titreten kimseye de terörist denmektedir. Fransızca   Petit Robert  sözlüğünde  "Bir toplumda bir grubun halkın direnişini kırmak için yarattığı ortak korku" olarak tanımlanır.  Terör, Oxford   İngilizce  Sözlük'te  "Genellikle siyasal nedenlerle, halkın gözünü korkutmak ve halkı yıldırmak için dehşet öğesini kullanmak"  olarak tanımlanır.  Türk Dil Kurumu Sözlüğü'nde de,  "Yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma, tedhiş"  olarak ele alınır. Literatürde terör sözcüğü bazen   şiddet   veya  siyasal şiddet  kavram...
   FİKİR NOKTASINDAN MAĞLUP OLUNCA Hz. Fatıma henüz çok küçüktü. Müşriklerin bitmek tükenmek bitmeyen kin ve nefretleri O’nu korkutuyordu. Karşılaştığı her olumsuz hadise sonrasında babasının o şefkatli kollarında teskin oluyordu. O’nun mübârek boynuna sarılıyor ve ‘’Ey canım babam! Ne zaman kurtulacağız?’’ diyordu.  Şefkat sultanı Hz. Muhammed aleyhisselâm da her defasında inci çiçeği kızına teselli veriyor ve saçlarını okşuyordu.  O günlerde, Zinnûre isimli bir cariyeye müşriklerin yaptığı işkence hiç bitmedi. Bu cariyenin kimsesi yoktu. Tek suçu ‘’Allah’’ demekti. İman davetine ilk eren bahtiyarlardandı. O derece işkence ettiler ki, Zinnûre’nin gözleri kör oldu. Yine de vazgeçmedi. Bir kaplan gibi kükrüyordu: ‘’Ey müşrikler, biliniz ki,  Allah birdir. Muhammed O’nun elçisidir!’’ O tekbir getirdikçe, müşrikler işkencelerini artırdılar. Öldürücü çöl güneşinin altında kırbaçladılar. Bayıltıncaya kadar dövdüler ve : ‘’Ey kadın!’’ dediler gülerek; ‘’Ey ...
       SAFER AYI UĞURSUZ MUDUR? -         Safer ayı içindeyiz. Bu ayın uğursuzluğuna, bela ayı olduğuna dair ortalarda çok rivayet geziyor. Araştırdığıma göre hiç bir sahih kaynakta böyle bir ifade yok. Hocamızın ifadelerinde de rastlamadım. Aydınlatırsanız minnettar olurum. Allah’a emanet olun.          Değerli kardeşim,          Sizin de tespit ve ifade ettiğiniz gibi, Safer ayıyla alakalı böyle bir yorum dini ölçüler içerisinde asla ve kat’a yoktur. Zaten dinimizde zamanları, mekanları, kuşları ve hayvanları kötüye yorumlama doğru değildir. Safer ayı, kameri ayların ikincisidir. Lügat manasıyla; “boş” demektir. Türkçemizdeki “sıfır” kelimesi de “safer” kelimesinden alınmıştır. Sıfırın içi boş olduğu gibi, safer ayı da sıfır manasında kullanılmıştır.        Cahiliye Arapları bu ayda birbirlerinin mallarını yağmalarlar ve evlerin içleri eşyadan hâli (boş) bırakılırdı. B...
      SİHRİN TARİHÇESİ Büyü, cadı avı diye de ifade edilen sihir birçok milletlerde; Araplarda, Rumlarda, Hintlilerde, Acemlerde (İranlılarda), Mısırlılarda… görülegelen tarihi bir vâkıadır. Nuh aleyhisselâm’ın torunlarından Kaynan sihirbazdı. Dahhâk b. Ulvan Babil taraflarına varıp orada yerleştikten sonra Bâbil’i kurmuş, etrafta ne kadar sihirbaz varsa hepsini orada toplamış, sihiri öğrenmiş hatta ve hatta sihirbazlıkta önder olmuştur. Dahhâk’tan sonra, Bâbil’de Nemrud b.Ken’an (Feridun) hüküm sürdü. Kendisi astronomi ilmine vâkıftı. Her taraftaki hey’et (astronomi) bilgilerini Bâbil’de topladı. İbrahim aleyhisselam’ı ateşe atan bu idi. Musa aleyhisselâm’ın karşısına yetmiş iki sihirbaz çıkarılmıştı. Bunların yetmişi İsrailoğullarındandı, ikisi Farslıydı. İsrail oğullarından olan sihirbazlar, Musa aleyhisselam’ın mucizesi karşısında Müslüman olmuşlar ve Firavun tarafından astırılmışlardı. Farslı olan sihirbazlar ise, Müslüman olmamışlar ve kaçmışlardı...
   FETİH RUHU Genelde nusret kelimesinden sonra ifade edilen Fetih kelimesi, ehemmiyetine binaen değişik kalıplarıyla Kur’an’da 37 yerde geçmektedir. Her iş ve icraat Allah’ın bir ismine dayandığı gibi fetihte Allah’ın “Fettah” ismine dayanır. Allah’ın “El-Fettah” ismi, Sebe suresi 26. ayetinde “El-Alîm” ismiyle beraber geçer. Demek ki, cahillerin feth yapabilmesi mümkün değildir. Onun için İstanbul’un fethi, Nihat Sami Banarlı’nın da dediği gibi: “Çeşitli ilim, fikir, sanat, iman, insanlık, adalet, devlet kurma ve yüceltme terbiyesinin asîl ve benzersiz mahsulüdür.” Taşköprülüzade’nin “Tarih-i Saf / Tuhfetü’l-Ahbabın’da naklettiğine göre; “2. Mehmet, gençlik yıllarında daha çok silahşör hevesindeydi, ata biniyor, ok, yay ve kılıçla uğraşıyordu. Babası 2. Murat ise, bunların ilimle yan yana gitmesini söylüyor, oğlunun ilimden irfandan nasibini almasını istiyordu. İşte bu sıralarda devrin ileri gelen alimlerinden Molla Yegân, Hac’dan gelirken Mısır’a uğrar ve yanınd...
DEVLET MALINI İSTEDİĞİ GİBİ KULLANMANIN ÂKIBETİ    Devlet malı, millete ait bir maldır. Cumhûrunbaşı ve diğer idareciler milletin malını istediği gibi kullanamazlar.     I. Mahmud, boşdurmaz, vakit buldukça kuyumculuk yaparak geçinirdi. Bir gün veziri:              “-Sultanım, milletin hazinesi sizindir, niçin böyle zahmete giriyorsunuz?” deyince I. Mahmud, şu cevabı verir:           “-Bre ne biçim söylersin? Milletin hazinesi, milletin ihtiyacı içindir. Ancak alınteri ile kazanılan helâldir. Ancak o lezzetli ve bereketli olur.”             Bir gün Halife Ömer, kuru ekmeği zeytinyağına batırıp yemektedir. Bunu gören           Utbe:        “Ya Ömer! Sen devlet başkanısın, devletin hazinesi emrindedir. Neden bu yokluğu çekiyorsun?” demiştir.      ...
     BİLEN VE GÖREN Gören ayrı bilen ayrıdır. Aralarında dağlar kadar fark vardır. Her bakan göremez. Keskin bir zekâya, derin bir ilme sahip olan İbn-i Sîna, döneminde yaşayan büyük velilerden Ebû’l Hasan el-Harakânî hakkında şöyle demiştir; “Benim bildiklerimi o görüyor.” Harakânî hazretleri de İbn-i Sîna için şöyle diyordu; “Benim gördüklerimi o biliyor.” İşte iki büyükler... Biri bilen biri gören… Bilmek bir lütuf, görmek ise çok özel bir nimettir. Resûlullah aleyhisselâm; “Görmek, işitmek gibi değildir.” buyurmuşlardır. Bazı bilgiler vardır ki bunları her akıl kavrayamaz. İlim ve bilgi, sadece kitapta olan, laboratuvarda denenen malumattan ibaret değildir. İlim her şeyi izah etmiyor. Bazı lezzetlerin, tatların nasıl algılandığını bile çözecek ilim seviyesine daha gelinememiştir. Bazı hassas konular akılların, akıl gücünün çok üstündedir. Ziya Paşa; “İdrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez Zîra bu terazi bu kadar sıkleti çekmez” derken b...